1.8.11

Yeterince dikkat çektim sanırım.

Bence sokakta bağrış çığrış oynayan çocuklar her daim okula gitmeli. Hiç tatil olmamalı onlara. Zaten karga bokunu yemeden uyanıyorlar, akşam ezanına kadar dövüş-kavga, dövüş-kavga, bağrış-çığrış, bağrış-çığrış. Bu da can lan. Allah kahretmesin ki apartmanım parkın yanı başında. Park güneşli olduğu zaman apartmanın sokağına geçiyorlar, güneş olmayınca parka geçiyorlar. Her türlü filler sikişiyor yani kafamda.

Ben ciddi anlamda sinirli bir insanım. Çıktım pencereye "Olm gidin parkta oynayın, parkta oynamıcaksanız sessiz sessiz oturun şurda, işten geldim ben dinlencem lan" ana temalı bi vaaz verdim ikinci kattan. Yine bağırdılar yine bağırdılar. Sonra çıktım tekrar bağırdım. Analarından biri de bekliyomuş pencerede. "Oynasınlar ne var!" yaptı yelloz. "Sen oğlunun bağırış çığırışlarından huzur buluyor olabilirsin ama beni ve tüm mahalleyi rahatsız ediyor onların çığrınışları." dedim. Böeeyle baktı. Bakcak tabi. Gitsin parkta oynasın götü boklular. Ordan daha az geliyo sesleri bana.

Zaten tüm gün iş yerinde telefondayım, kafam ses götürmüyor. Bir de Ramazan moduna bugün oruç tutamasam da girdim. Tüm sinirim tepemde oruç tutuyormuşçasına. Şimdi Ramazan Ramazan bunu yazmak istemezdim ama dün yaşadım madem, anlatayım. Şu an İstanbul'da babam var. Bi annem geliyo, bi babam. Her birini ayrı ayrı gezdiriyorum tur rehberi gibi. Biri geliyor "ay babanı buraya götürmüşsün ben de ben de!" öbürü geliyor "şurayı televizyonda gördüm bi gitsek mi." yemin olsun 1 haftadan beri gitmediğim ne Adalar kaldı ne Sultanahmet. Şimdi mevzumuz Sultanahmet.

İnsanlar toplu taşıma araçlarında ses tonunu ayarlayamıyor aga. Bu toplumun adeta kanayan yarası bu. Bindik Kabataş'tan tramvaya, Sultanahmet'e doğru kültür başkentiymişiz gibi yol alıyoruz ağırdan. Her yer turist dolu. Karaköy durağında 4 tane kız bindi tramvaya. İçerisi tıklım tıkış. Onlar gayet hararetli bir tartışma halindeler. Yaşları 15-16 max. 3 tanesi kapalı, 1 tanesi açık. Biz babamla Sirkeci durağında ayaklandık, içlerinden 3 tanesi bizim yerimize oturdu, biz de ayakta bekliyoruz. Konuştukları muhabbet şu : "Ayy Ahmet'le Ceyda öpüşmüşler hani ayrılıyordu onlaaar?" "Amaaan bu kaçıncı kızım hep anlatıyor bana daha neler neler yapmışlar." "Zaten sınıfta kalmış o bu sene, dersleri hep kötüymüş." Babam kıpkırmızı oldu. Ben utandım adamın yanında.

Hani ciddi anlamda inanmıyorum artık ya küçük bir azınlığın dışında kapanan insanlara. Resmen siyasi simge olmuş baş örtüsü. Ben 15 yaşımda öpüşmek nedir bilmezken küçücük kızlar tramvayda bağıra çağıra öpüş-kokuş anlatır olmuş. Ondan sonra vay efendim biz dinimizi yaşıyoruz, biz başımızı ondan kapatıyoruz. Sultanahmet'e gittim, ben böyle türban modası görmedim aga. Üstümdekini çıkarıp "al ablacım giy" diyeceğdim az kaldı.

Şu yazıda beni topa tutanlarınız olmuştu ama o zaman da söyledim şimdi de söylüyorum. Yarım yamalak bile kapatamadığı kafası, kıçıyla bana hiçbir allah'ın kulu doğruyu, yanlışı öğretemez. Hepiniz karşılaşmışsınızdır yolda böeeyyle bakarlar yadırgayarak, çünkü kendisi kapalıdır, sen açıksındır. O bakış çok şey anlatır. Onun doğru, senin yanlış olduğunu anlatır mesela. Ama kime göre, neye göre işte. Her kafayı kapatan dinin gerektirdiklerini yüzde yüz doğru yapmıyor. Yapmadığı gibi kendinde insanları düzeltme hakkını kendinde görüyor. Gözlerini belerte belerte bakıyor mesela sana, anlıyorsun hiçbir şey demese bile.

Ne başörtüsü düşmanlığım var ne de başını dikkat çekmemek adına kapatanlara bir kinim. Bölümümde de çevremde de birsürü başörtülü arkadaşım var. Sadece dikkat çekmemek adına kapanan insanların başı açık insanlardan daha çok dikkat çektiğine dikkat çekmek istiyorum. O göstermedikleri bir saç teli haricinde gösterdiklerine dikkat çekmek istiyorum. Başı açık ya da kapalı hiç fark etmez 15 yaşındaki kızların utanma arlanma nedir bilmeden herkesin içinde bağıra çağıra resmen fantazi anlatmalarına dikkat çekmek istiyorum. Yeterince dikkat çektim sanırım. Hayırlı Ramazanlar.

25.7.11

Eğitim sistemimize merhaba diyelim.

Bu yazımda haddim olmayarak ciddi şeylerden bahsetmeyi düşünüyorum. Artık ne kadar ciddi olabilirsem ben. Malumunuz 2 aydır bir danışmanlık şirketinde insan kaynakları stajyeri olarak çalışıyorum, elime gün içinde yüzlerce CV geçiyor. Dikkatimi çeken bir şey var ki insanlar o veya bu şekilde okumuşlar, okumaya devam ediyorlar. Mesela Facebook'ta grup açsam "Açıköğretim bitiren 1 milyon kişi bulabilirim." diye valla bulurum lan. Neyse, mühim olan bulmak değil. Mühim olan bu insanlara iş bulmak. Zira biz bu insan kısmısına iş beğendiremiyoruz. Kimisi maaşı beğenmiyor, kimisi lokasyonu, kimisi vardiya sistemini, kimisi de işi kendisine yakıştıramıyor sanırsın Harvard'da İşletme okumuş haspam oysa ki yapacağın meslek müşteri hizmetleri temsilcisi neyini yakıştıramıyorsun yani, CV'sine referans olarak milletvekili nosu yazan var bu işi almak için, heç. Neredeyse yalvaracağız gelin çalışın diye. İnsanlar mülakata gelmeye bile eriniyorlar. Oldu olacak özel arabayla ayaklarına gelip evlerinde yapalım mülakatı.

Şimdi sıra eğitim sistemine değinmekte. Hepinizin de bildiği gibi bu ülkede yandan yemiş bir eğitim sistemi var. Daha tuvalet eğitimini yeni almış sabi sübyanlar o ufacık tefecik halleriyle dershaneye gitmeye başlıyorlar, ne çocukluklarını yaşıyorlar ne de geleceğe umutla bakıyorlar. Eğitim Bakanımız da Ömer dinçer işletme mezunu, bu adamceğiz eğitimden ne anlasın? Biri bana bunu anlatsın.

Bir de on numara beş yıldız politikalar, siyasetler var ortalık yerde: İŞSİZLİK YOK diyolla. Nah yok. Ama yemin olsun AKP hükümeti işini biliyor. Valla da biliyor billa da biliyor. En son bilgi ve bulgularıma göre Türkiye'de 210 üniversite var. Yalandır bu kesin 250 falan olmuştur zira adım başı yeni üniversitelerin reklam afişlerini görüyorum: Yarak Üniversitesi, Kürek Üniversitesi. Her neyse. Adamlar dakka başı üniversite açıyorlar aga. Geleni geçeni üniversiteye alıp yetiştiriyorlar(!) ve onlar yetişirken diyorlar ki "İşsizlik azaldı." , "İşsizlik yok." Tekrar etmiş gibi olucam kendimi ama nahhh yok. Sen işsizliği yok etmedin, sen işsizliği öteledin. Biz de süzme salağız ya Türk halkı olarak, afiyetlen yedik. Bu gençlik (ben de dahil olmak üzere) mezun olduktan sonra nerede çalışacak lan?

Bana bir cevap verin. Babam öğretmen. Bana sağlayacağı ne sermayesi var, ne de beni başına geçireceği bir şirketi. Yani ben sike sike çalışıp bana gelecek vaat edeceğini düşündüğüm bir okul ve bölüm kazanmak zorundaydım. Nitekim kazandım da. Ama geleceğim garanti mi? Hayır. İlla benim kendimi garantiye almam için 2 kişiden biriyken, 2 kişiden öteki mi olmam gerekiyor en koyusundan? Nedir bunun gideri bi izah ediverin baken, hadi çocum. (Bak nasıl belli ettim Egeli orta direk halimi.)

Söylemeden geçemeyeceğim bir husus daha var o da KPSS. Bu nasıl sikimsonik bir iştir lan? Adam neredeyse 30 yaşına gelmiş, evlenmiş yuvasını dahi kurmuş ama adamın işi yok. Devlete memur olamıyor lan. Bu nasıl bir düzenek? Sen lisede tonla para saçmışsın dershaneye, kazanmışsın üniversiteni, okumuş bitirmişsin onu, ondan sonra bir de devlete atanmak için dershaneye mi gidiyorsun? Bu nasıl bir iş lan? Koca koca adamlar dershaneye gidiyorlar çocuk gibi. Allam nasıl komik nasıl komik. Öğretmen olacak insanlar tıpkı üniversite sınavında birbirini eledikleri gibi şimdi de Kpss'de elemeye kasıyorlar. Rabbim sen koru bizi.

Bu yazdıklarımı bir sonuca bağlamak isterdim fakat hangi birini bağlayayım bilemedim ben onu. Kısaca bu icraatları yapan hükümete, memur babamla birlikte açacağımız supersonic vakıf üniversitesinde üstün başarı bursu vermeyi düşünüyorum ben, çünkü gerçekten daha iyisini yapamazlardı.

24.6.11

Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili müzik dinleyen takım elbiseli metro sakinleri;
Sabahları sizi gördüğüm zaman içim neşe ile doluyor. Ama Bim'den 5 liraya aldığınız kulaklıkları takıp tüm metro vagonunu dinlediğiniz elektronik müzik ve bilumum saçma sapan şarkılarla inlettiğiniz için size götümle gülmüyor da değilim. Lütfen bunu yapmayın ve gözümdeki karizmanızı yerle bir etmeyin. Sçs aeo kib öpt bb.


Sevgili anneciğim ve babacığım;
Size ömrüm boyunca anneciğim ve babacığım dememiş olsam da bakmayın siz, adetten işte. Beni her aradığınızda ulaşmak isteyişinizi anlayışla karşılıyor ve telefonum adeta bir uzuvummuş gibi yaşıyorum. Fakat sizi aradığımda hiç ama hiç ulaşamıyorum ve defalarca ve defalarca ve defalarca arayarak telefonun her dııııttttlayışında kafamda kötü senaryolar kuruyorum. Tenezzül edip telefonu açtığınızda dünyanın en sorumsuz ergenine dönüşüyor ve "Duymamışım yea çok gürültü vardı" diyebiliyorsunuz. Yapmayın bunu. Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili benimle yeni tanışan erkekler;
Sizinle saf ve temiz duygularımla konuşuyorum. Evet, kafam birçok şeye basıyor, sizinle ortak ilgi alanlarımız var, evet küfür de ediyorum ve benim yanımdayken kendinizi rahat hissediyorsunuz. Konuştuğumuz süre zarfında arkadaşlık statusunden sevgili statusune geçmek isteyişiniz beni deli ediyor zira ben size arkadaşım gözüyle bakıyorum. Ondan sonra her yavşak hamlenizde arkadaşlığımızı sikip atıyorum. Yapmayın bunu. Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili tekstilciler;
Bodur tavuk olan hemcinslerim için yaptığınız elbise ve etekleri beğenerek izliyorum. İzliyorum çünkü giyemiyorum çünkü 1 karış yaptığınız etekler benim götüme geliyor çünkü bacak boyum 1 metre. Sıcaktan pantolonların içinde pişiyorsam hepsi sizin yüzünüzden. Giyebileceğim uzunluk ve kısalıkta, eğildiğim zaman götümü göstermeyecek bir etek icat edin. Yapın bunu. Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili göbeğim ve gıdım;
Vücudumda beğenmediğim birbirinden berbat iki yersiniz. Ne zaman yesem şişer şişer şişersiniz. Artık sizden bıktığımı sözlü olarak değil yazılı olarak beyan etmemin tam zamanı. Lütfen kendinize gelin ve diğer uzuvlarıma şans verin. Haddinizi aştınız. Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili bazı blog sahipleri;
Sizi severim, sayarım, okurum. Ancak blogunuzu açar açmaz bangır bangır gelen müzik sesi kapıdan çıkarken eve gelen misafir gibi lanet. Lütfen bize bir şans verin ve eğer keyfimiz arzu ederse sayfanızdaki musikiyi ellerimizle biz açalım, kulaklarımızla biz dinleyelim. Sçs aeo kib öpt bb.

Sevgili dalgalı ve kıvırcık saç sahibi bayanlar;
Bu sıcaklarda saçları fönlemek intihar girişimi gibi bir şey. Ancak hayat her zaman dalgalı geçmiyor. Ben saçlarımı düzleştirdiğim ve dışarı çıktığım zaman saçlarım dalgalanıp şuleleniyor terden, ondan, bundan. Bu hadiseyi engelleyebileniniz varsa bana anlatsın. İşte o zaman en çok sçs aeo kib öpt bb.

26.5.11

Kelebek etkili tanışma part 3: Son

Durağa gelmiştik, yollarımız ayrılıyordu artık. Henry bu yolculuktan hoşlanmışa benziyordu ki o şahane gamzelerini gözüme soka soka o güzel ses tonuyla benden numaramı istedi böyle tatlı tatlı, utana sıkıla. O değil de harbiden adamda hiçbir kusur yok gibiydi benim açımdan. Ses tonu desen var, tip desen adam bildiğin Henry, boyu desen uzun, sıska değil, iskelet turizm değil falan böyle tam salondaki gümüşlüğe alıp koymalık.

Ya ben ona çiçekli, güllü, dallı bahçeler vaat etmemiştim ki lan ne numarası hemen. Tamam kabul ediyorum onunla boğaz manzaralı, köpek kulubeli villalar, nur topu gibi bebeler hayal etmiş olabilirim ama ulan zaten benim beynim sürekli düşünme, sürekli hayal kurma modunda. Saniyenin on binde birinde düşünüp tüm dünyayı Biscolata erkekleriyle dolduran, bir yandan da en lanet en gudubet şeyleri dünyaya empoze edebilen bir insanım ben. Bi de üzerine boğa burcuyum ki bildiğin geri kafalıyımdır bu konularda. Yok tanışır tanışmaz numara vermeler falanlar filanlar.

Henry, benim 59R'm gelene kadar bekleyecek kadar centilmen bir erkek olduğu için de ne desem bilemedim bu soruya amına koyim. Şimdi numarayı daannnn diye verirsen olmaz kızım Leah diyorum kendi kendime çok istekli görünürsün ballı lokmam, yanlış numara verirsen hiç olmaz bebeğim yüz yılın malı olursun,  numarayı vermezsen de olmaz topu kafana yedin diye beyninin sağ lobunu komple kaybettiğini düşünebilir insanlar, nerdesiniz lan kuşlar böcekler dikkatleri dağıtın çok pis apıştım, tanrım what is happening where am i diyorum saykoya bağlayıp.

Ulan sizi gidi aşk meşk meraklısı izleyiciler, sizi gidi tatlı insanlar, 2 hafta önce in cin top oynuyordu, dutluktu lan buralar. Bi tane Henry yaptık diye bi helecanlanmalar, bi yine yaz yine yaz bekliyoruzlar bu ne oluummm bu ne laan? Henry'i kim kaybetmiş ben bulayım bu birincisi, ikincisi benim hayatımının arka fonunda bi soundtrack yok ki lan bu hikaye harbiden de romantik-komedi filmlerinde olur, üçüncüsü sizi tüm yalnızlığımla dadmin edemiyor muyum lan ben, çok mu yetersizim lan, dördüncüsü nazardan ölümüne korkarken yeni bi ilişkiye başlasam bu kadar ayrıntı verir miyim lan adamın hücre çeperlerine, hücre duvarlarına kadar yazdım amına koyim, beşincisi demek ki bi aşk hikayesi patlatsak ortalık cumartesi gecesi Nevizade'deki ortamlar gibi oluyormuş yalanmış bu sessizlikler. Aslında herkes sessiz sedasız burdaymış da yazmak için aşk kokan bi sebep arıyomuş.  Dibine kadar yalnızım hatta belki de herkesten daha yalnızım lan valla bak. Ne yazsam bilemiyorum yani. Belki de hala eskideyimdir, olamaz mı olabilir...

Aslında düşünülmüş bir şey değildi bu. Bilirsiniz burayı tamamen gerçekler üzerine kurdum ben. Url'yi bile just for real yaptım. Bunca yaşanmışlık, bunca çemkirmeler hepsi gerçek ben, gerçek Leah. Ama ne zaman bana bi soru geldi Formspringten ne zaman bana Ankaralı bir anonim fıstık "aşk meşk yaz Leah kurgu olsun gerçek olsun farketmez" dedi işte o zaman ışık yandı. Bu yazı blogumun 200. yazısı. Diğer 197 tanesinin yüzde yüz ben olduğumu düşünürsek, bu son 3e belki o kadar çılgın tepkiler vermezsiniz ha ne dersiniz? (tepkileri yumuşatma peşinde olan blog yazarı iş başında)

O değil de hoşunuza gitti di mi lan köftehorlar. Benim bile gitti ne yalan söyliyim. Öyle aşkı kim kaybetmiş de ben bulayım lan. Bi de emin olun hiç erkek kısmısıyla park kenağrılarında kurlaşacak, kırışacak bir hatun değilim, isterse Yunan Tanrı'sı olsun. Dediğim gibi çok net geri kafalıyım. Beni de hiç tanıyamadığınız için sizi teesüf ediyorum. Tamam anlayanlarınız oldu ama o da gerçek olamıcak kadar güzel bir tesadüf olduğu içindi. Yoksa "Leah sen böyle şeylerin adamı değilsin" diyeniniz hiç çıkmadı. püh size lan.

Ama şu sıra eskilere bu kadar takılmayaydım ve yanımda Henry gibi bir adam olaydı iyiydi. Ama yok, ama napalım böyle olması gerek demek ki. Doğru zamanı, doğru insanı bekliycez. Kader, kısmet, mukadderat.

200. yazı kutlu mutlu olsun, alın size Henry! :)

23.5.11

Kelebek etkili tanışma part 2:

Heh nerde kalmıştık?

Henry adını söyledi ve elini uzattı. Ohannes, elleri ne kadar estetikti adamın. Turuncu ojeli tırnaklarımı, parmaklarımı ve avuç içimi ona uzatırken yüce rabbim rüyada falan mıyım aceba ben dedim içimden. Neyse ki manikürüm tamamdı, kendime onca sövmelerimden sonra bi işi doğru düzgün yapabilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyordum. Tüm hücrelerimle çılgınlar gibi hissettiğim kibarlığımla ismimi söyledikten sonra içten bir gülümsemeyle memnun oldum dedim. O da memnun oldum dedi. Ortada nurtopu gibi bir memnuniyet vardı gençler. Resmen memnuniyet bayraklarını çekmiştik, o derece memnunduk birbirimizden o an.

Tabi, kıskanç köpüş Roma aramızdaki elektriklenmeyi hissetmiş ortamın huzurunu kaçırmaya çalışıyor, götünde kurt varmışçasına kuduruk kuduruk hareket ediyordu. 2 sn önce gelecekteki villamızın bahçesinde kocaman kulubesi olan Roma'nın şimdi yatacak yeri yoktu. Ulan köpek olan sensin, sahiplenilmeyi senin beklemen gerek, ne bok yemeye sahibini sahipleniyosun insan mısın sen? Şapşal Roma.

Huzursuzluğun farkına varır varmaz kafama top atan çocuklara "Topunuzu keserim lan alın şu iti götürün başımızdan" diye bağırmak istedim ama nerdeee. Hayatın bi yerden sillesini vuracağı vardı, bunu biliyordum. Her şey bu kadar yolunda gidemezdi (tabi neresinin yolunda gittiği tartışılır koca kafama çok net yedim topu, bütün nöronlarım öldü falan) izlediğim Lie To Me'nin de etkisiyle huzursuzluğu paçalarından akan Henry'nin Roma'sını oradan uzaklaştırması gerektiğini anlayarak "Sıkıldı galiba" dedim. "Evet yürümek istiyor." dedi. Ay istediğin yürümek olsun, durağa kadar yürürüz, istersen okula kadar bile yürürüz Gayrettepe senin, Etiler benim.

"Ben sizi tutmayayım zaten okula gitmem gerek" dedim ve restimi çektim ayağa kalktım, haybeden kafamı  ovaladım biraz, silkindim ve kendime geldim. O da restimi gördü. "Durağa kadar gidiyorsan biz de sana eşlik edebiliriz zaten faturalarımızı yatırmamız lazım" dedi ve iş orda bitti. Fatura ne lan. Neyse sonuçta bahane lazım yukarı doğru çıkmak için. Yürümeye başladık. Konuşuyoruz da bi yandan. Karşı yönden gelen kızlar, çoluk çocuklar paso mıncırmaya kalkıyolar Roma'yı 10 dakikalık yol oluyor mu sana 20 dakika. Hiç de sevmem amına koyim böyle işleri. İt de sevecenin en önde bayrak sallayanı, büyük bi şevkle sevdiriyor kendini lale.  Benim Henry de öyle böyle yavşaklardan değil zannımca, bi gülüyor kızlara bi sırıtıyor eşşoğleşşek gösteriyor gamzelerini falan ben bi sinir ol bi sinir ol. İtin kime çektiği belli oldu yani.

Hemen merakınızı gidereyim Henry, özel bir üniversitede İşletme okuyan ve okulumun ismini ona söylediğimde aşırı tepki veren bi şahsiyet. Hayır yani anlamıyorum, bunda "wuhuuu boğaziçinde okuyooo" yapcak bi şey yok ki lan. Zor bi şey değil ki koduğumun okuluna girmek. Kimse kendini özel de hissetmiyor yani. Ya da geçen 4 senenin ardından biz işi iyice kanıksadık ondan. Neyse konuyu dağıtmayalım. Bi de yan apartmanda oturuyormuş, öylesine de bi komşu kendisi.

Adama uzaktan bakmak daha iyiydi galiba lan diye düşündüm bi an. Zaten hep hayal kırıklığı olur böyle şeyler. Mesela blogtan falan da okuyosun bissürü kişiyi, ekranda vs görüyorsun hep bi beklenti altında kalıyor bazı şeyler. Hep bi tık aşağıda kalıyorlar nedense. Adam uzaktan hatta yakından bile Yunan tanrısı gibi ama ağzını açana kadar. Tabi ben biletini kesmedim hemen. Kesemedim lan. Pislik, bi kızı nası mutlu etceğini biliyo çünkü. Yanından geçtiğimiz apartmanın bahçesinden sarkıvermekte olan bi çiçeği kopardı verdi bana. Hem romantik, hem çapkın. Bu esnada iç sesim yine allaha yakarmakta, allammm naapcam la ben falan demekteydi. Gossip Girl'deki Blair edasıyla teşekkür ettim, restime jestle karşılık veren bi çocuk vardı karşımda. Bi yandan da düşünüyorum ulan nolur sanki evlencek değiliz ya takılırız falan diye. Geniş bahçeli villayı yıkıp yerine üstü açık arabamızla boğaz turları attırdım bize. O sırada durağa gelmiştik. Yollarımız ayrılıyordu. Ve.........

Part 3'ün olacağını söylemiş miydim daha önce?

21.5.11

Kelebek etkili tanışma part 1:

Her zamanki paspal halimle evden çıktım, parka doğru yürüyorum. Paspal dediğim hafif makyaj, dağınık saçlar, özensiz gibi duran aslında en az yarım saat düşünülmüş kıyafetler; her zamanki ben yani. Malum, köpeği olan insan evlatları parka işemeleri, sıçmaları, atlamaları zıplamaları için büyüklü küçüklü hayvanlarını getirirler, zaten zibilyon çoluk çocuk "Abi bi kere seviyim mi" "Abi biraz ben dolaştıriyim mi" modunda olduğu için köpeklerin sahipleri gayet rahat bi şekilde sağa sola mal mal bakarlar.

Ben de o devasa vücüdümle parka doğru meylederken bi baktım yüce rabbimin gayet de gergeniş bir zamanında özene bezene yarattığı bir insan evladı. Aman yarebbim dedim içimden. Çatma kaşlarını kızım dedim. İnsan ol biraz dedim. Erkek gibi yürüme dedim. Keşke bugün saçlarını düzleştirseydin dedim. Keşke kafan tavuk götü gibi olmayaydı dedim. Yüzün on beş bin defa yıkanmış bi renkli t-shirt kadar solgun, allah seni kahretmesin dedim. Tabi bu söylemler böyle saniyenin onbinde biri kadar bi zamanda geçiyor beynimin içinde.

Bi de şöyle bir şey var, çocuğun beni fark etmemek gibi bir lüksü yok. Hem benim geldiğim yöne doğru bakıyor, hem de ayı gibiyim! Burada her zaman dikte ettiğim gibi de bangır bangır radyo fenomen dinliyorum, sanırsın parkta değil podyumda yürüyorum bi de öyle bi moddayım amına koyim. Aramızdaki mesafe benim cat walklarımla giderek azalıyor. Çaktırmadan o haşin, delici bakışlarımdan atıyorum çocuğa(öyle bi bakış yok tabi ki yeryüzünde). Vallahi de çocuk bildiğin şekil:A'daki Henry'ciğimin Türkiş versiyonu.

İçimden düşünüyorum bi de allammm insanın güne böyle güzel başlamasını sağladığın için sana şükürler olsun falan tam böyle elemanın önünden geçicem parktaki piç kurularından birisi topu daaaaaannnnnnn diye kafama atmasın mı! Allah'ım dünya durdu sanki lan. O saniyeler böyle resmen dünyanın en sıkıcı filmini izliyomuşum gibi geçmek bilmedi. Bi de o toptan sakınmak için girdiğim şekil ve şemal, o dehşet dolu surat ifadem resmen insanın götüyle güleceği cinstendi. Topu kafama yedikten ve ben  insan formuna geri döndükten hemen sonra Henry'ciğim, centilmen erkeğim yanıma ışık hızıyla gelip "Bir şeyin var mı?" dedi. Abi ben kafama hiç böyle güzel bi top yememiştim ya. Hani sabah akşam yesem o topu yine de gıkımı çıkarmam ama Henry'nin Türkiş versiyonunu bulmuşum biraz nazlandım, biraz mırın kırın ettim acımış gibi yaptım. O esnada piç kuruları da koştu geldi yanımıza "abla bi şeyin var mı" "abla ben atmadım bu attı" "abla acıyo mu" hay dedim sizin şarap çanaağınıza götlekler. Zaten Henry de o esnada "Gel şöyle banka otur" gibilerinden bana yol gösteriyodu dedim koy götü Leah, kaçırdığın bi ders olsun yani.

Tabi bi de Henry'nin iti var bi elinde, Golden en sevdiğim. Ben köpeği görünce bi yumuşadım zaten acı macı hissetmiyorum, topun beşgenlerinin kafamda izinin çıkmış oluşu sikimde değil. O 10 saniyelik zamanda Henry, Golden köpüşümüz ve içinde benim olduğum şahane bi dünya kurdum. Gerçek hayata dönmem biraz zamanımı aldı. Üzerimdeki eblekliği atmam lazımdı ve olaya direkt köpüşümüzden girerek "sen bana geçmiş olsuna mı geldiiiin" deyip hayvanı okşadım. Allah'ım şükürler olsun ki kalan nöronlarımda yaratıcılık diye bir şey varmış.

Henry bana "İyi misin" diye sordu, kara kaşımı kara gözümü incelemesi için ve şiddetli bi elektrik almak için "ya şurda bi şey var mı" dedim. "Yok yok iyisin" dedi gülümseyerek. Gülümsemeye çalıştım ama içimden bildiğin kahkaha atıyorum. O sırada köpüş de beni sevmiş olcak ki sırnaşmaya başladı ve o tarihi soruyu sordum "Adı ne bunun?" "Roma" Tanrıııımmm köpeğine Roma ismini veren bi erkek?! "Dişi mi?" dedim, evet dedi. ve der demez "bu arada ben" deyip ismini söyledi. Hobareyyyyyy dedim tanışıyoruzzzzzzzzzzz. Abi allahın işine bak lan, o topu koca kafama yemesem bu adamın önünden geçip gidicektim ve belki bi daha görmücektim. Öyle bi şey oldu ki bu adamla tanıştım.

Neyse yazı çok uzadı kalanını bi ara anlatırım. Olaya biraz heyecan katalım. Yey. *\o/*