26.5.11

Kelebek etkili tanışma part 3: Son

Durağa gelmiştik, yollarımız ayrılıyordu artık. Henry bu yolculuktan hoşlanmışa benziyordu ki o şahane gamzelerini gözüme soka soka o güzel ses tonuyla benden numaramı istedi böyle tatlı tatlı, utana sıkıla. O değil de harbiden adamda hiçbir kusur yok gibiydi benim açımdan. Ses tonu desen var, tip desen adam bildiğin Henry, boyu desen uzun, sıska değil, iskelet turizm değil falan böyle tam salondaki gümüşlüğe alıp koymalık.

Ya ben ona çiçekli, güllü, dallı bahçeler vaat etmemiştim ki lan ne numarası hemen. Tamam kabul ediyorum onunla boğaz manzaralı, köpek kulubeli villalar, nur topu gibi bebeler hayal etmiş olabilirim ama ulan zaten benim beynim sürekli düşünme, sürekli hayal kurma modunda. Saniyenin on binde birinde düşünüp tüm dünyayı Biscolata erkekleriyle dolduran, bir yandan da en lanet en gudubet şeyleri dünyaya empoze edebilen bir insanım ben. Bi de üzerine boğa burcuyum ki bildiğin geri kafalıyımdır bu konularda. Yok tanışır tanışmaz numara vermeler falanlar filanlar.

Henry, benim 59R'm gelene kadar bekleyecek kadar centilmen bir erkek olduğu için de ne desem bilemedim bu soruya amına koyim. Şimdi numarayı daannnn diye verirsen olmaz kızım Leah diyorum kendi kendime çok istekli görünürsün ballı lokmam, yanlış numara verirsen hiç olmaz bebeğim yüz yılın malı olursun,  numarayı vermezsen de olmaz topu kafana yedin diye beyninin sağ lobunu komple kaybettiğini düşünebilir insanlar, nerdesiniz lan kuşlar böcekler dikkatleri dağıtın çok pis apıştım, tanrım what is happening where am i diyorum saykoya bağlayıp.

Ulan sizi gidi aşk meşk meraklısı izleyiciler, sizi gidi tatlı insanlar, 2 hafta önce in cin top oynuyordu, dutluktu lan buralar. Bi tane Henry yaptık diye bi helecanlanmalar, bi yine yaz yine yaz bekliyoruzlar bu ne oluummm bu ne laan? Henry'i kim kaybetmiş ben bulayım bu birincisi, ikincisi benim hayatımının arka fonunda bi soundtrack yok ki lan bu hikaye harbiden de romantik-komedi filmlerinde olur, üçüncüsü sizi tüm yalnızlığımla dadmin edemiyor muyum lan ben, çok mu yetersizim lan, dördüncüsü nazardan ölümüne korkarken yeni bi ilişkiye başlasam bu kadar ayrıntı verir miyim lan adamın hücre çeperlerine, hücre duvarlarına kadar yazdım amına koyim, beşincisi demek ki bi aşk hikayesi patlatsak ortalık cumartesi gecesi Nevizade'deki ortamlar gibi oluyormuş yalanmış bu sessizlikler. Aslında herkes sessiz sedasız burdaymış da yazmak için aşk kokan bi sebep arıyomuş.  Dibine kadar yalnızım hatta belki de herkesten daha yalnızım lan valla bak. Ne yazsam bilemiyorum yani. Belki de hala eskideyimdir, olamaz mı olabilir...

Aslında düşünülmüş bir şey değildi bu. Bilirsiniz burayı tamamen gerçekler üzerine kurdum ben. Url'yi bile just for real yaptım. Bunca yaşanmışlık, bunca çemkirmeler hepsi gerçek ben, gerçek Leah. Ama ne zaman bana bi soru geldi Formspringten ne zaman bana Ankaralı bir anonim fıstık "aşk meşk yaz Leah kurgu olsun gerçek olsun farketmez" dedi işte o zaman ışık yandı. Bu yazı blogumun 200. yazısı. Diğer 197 tanesinin yüzde yüz ben olduğumu düşünürsek, bu son 3e belki o kadar çılgın tepkiler vermezsiniz ha ne dersiniz? (tepkileri yumuşatma peşinde olan blog yazarı iş başında)

O değil de hoşunuza gitti di mi lan köftehorlar. Benim bile gitti ne yalan söyliyim. Öyle aşkı kim kaybetmiş de ben bulayım lan. Bi de emin olun hiç erkek kısmısıyla park kenağrılarında kurlaşacak, kırışacak bir hatun değilim, isterse Yunan Tanrı'sı olsun. Dediğim gibi çok net geri kafalıyım. Beni de hiç tanıyamadığınız için sizi teesüf ediyorum. Tamam anlayanlarınız oldu ama o da gerçek olamıcak kadar güzel bir tesadüf olduğu içindi. Yoksa "Leah sen böyle şeylerin adamı değilsin" diyeniniz hiç çıkmadı. püh size lan.

Ama şu sıra eskilere bu kadar takılmayaydım ve yanımda Henry gibi bir adam olaydı iyiydi. Ama yok, ama napalım böyle olması gerek demek ki. Doğru zamanı, doğru insanı bekliycez. Kader, kısmet, mukadderat.

200. yazı kutlu mutlu olsun, alın size Henry! :)

23.5.11

Kelebek etkili tanışma part 2:

Heh nerde kalmıştık?

Henry adını söyledi ve elini uzattı. Ohannes, elleri ne kadar estetikti adamın. Turuncu ojeli tırnaklarımı, parmaklarımı ve avuç içimi ona uzatırken yüce rabbim rüyada falan mıyım aceba ben dedim içimden. Neyse ki manikürüm tamamdı, kendime onca sövmelerimden sonra bi işi doğru düzgün yapabilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyordum. Tüm hücrelerimle çılgınlar gibi hissettiğim kibarlığımla ismimi söyledikten sonra içten bir gülümsemeyle memnun oldum dedim. O da memnun oldum dedi. Ortada nurtopu gibi bir memnuniyet vardı gençler. Resmen memnuniyet bayraklarını çekmiştik, o derece memnunduk birbirimizden o an.

Tabi, kıskanç köpüş Roma aramızdaki elektriklenmeyi hissetmiş ortamın huzurunu kaçırmaya çalışıyor, götünde kurt varmışçasına kuduruk kuduruk hareket ediyordu. 2 sn önce gelecekteki villamızın bahçesinde kocaman kulubesi olan Roma'nın şimdi yatacak yeri yoktu. Ulan köpek olan sensin, sahiplenilmeyi senin beklemen gerek, ne bok yemeye sahibini sahipleniyosun insan mısın sen? Şapşal Roma.

Huzursuzluğun farkına varır varmaz kafama top atan çocuklara "Topunuzu keserim lan alın şu iti götürün başımızdan" diye bağırmak istedim ama nerdeee. Hayatın bi yerden sillesini vuracağı vardı, bunu biliyordum. Her şey bu kadar yolunda gidemezdi (tabi neresinin yolunda gittiği tartışılır koca kafama çok net yedim topu, bütün nöronlarım öldü falan) izlediğim Lie To Me'nin de etkisiyle huzursuzluğu paçalarından akan Henry'nin Roma'sını oradan uzaklaştırması gerektiğini anlayarak "Sıkıldı galiba" dedim. "Evet yürümek istiyor." dedi. Ay istediğin yürümek olsun, durağa kadar yürürüz, istersen okula kadar bile yürürüz Gayrettepe senin, Etiler benim.

"Ben sizi tutmayayım zaten okula gitmem gerek" dedim ve restimi çektim ayağa kalktım, haybeden kafamı  ovaladım biraz, silkindim ve kendime geldim. O da restimi gördü. "Durağa kadar gidiyorsan biz de sana eşlik edebiliriz zaten faturalarımızı yatırmamız lazım" dedi ve iş orda bitti. Fatura ne lan. Neyse sonuçta bahane lazım yukarı doğru çıkmak için. Yürümeye başladık. Konuşuyoruz da bi yandan. Karşı yönden gelen kızlar, çoluk çocuklar paso mıncırmaya kalkıyolar Roma'yı 10 dakikalık yol oluyor mu sana 20 dakika. Hiç de sevmem amına koyim böyle işleri. İt de sevecenin en önde bayrak sallayanı, büyük bi şevkle sevdiriyor kendini lale.  Benim Henry de öyle böyle yavşaklardan değil zannımca, bi gülüyor kızlara bi sırıtıyor eşşoğleşşek gösteriyor gamzelerini falan ben bi sinir ol bi sinir ol. İtin kime çektiği belli oldu yani.

Hemen merakınızı gidereyim Henry, özel bir üniversitede İşletme okuyan ve okulumun ismini ona söylediğimde aşırı tepki veren bi şahsiyet. Hayır yani anlamıyorum, bunda "wuhuuu boğaziçinde okuyooo" yapcak bi şey yok ki lan. Zor bi şey değil ki koduğumun okuluna girmek. Kimse kendini özel de hissetmiyor yani. Ya da geçen 4 senenin ardından biz işi iyice kanıksadık ondan. Neyse konuyu dağıtmayalım. Bi de yan apartmanda oturuyormuş, öylesine de bi komşu kendisi.

Adama uzaktan bakmak daha iyiydi galiba lan diye düşündüm bi an. Zaten hep hayal kırıklığı olur böyle şeyler. Mesela blogtan falan da okuyosun bissürü kişiyi, ekranda vs görüyorsun hep bi beklenti altında kalıyor bazı şeyler. Hep bi tık aşağıda kalıyorlar nedense. Adam uzaktan hatta yakından bile Yunan tanrısı gibi ama ağzını açana kadar. Tabi ben biletini kesmedim hemen. Kesemedim lan. Pislik, bi kızı nası mutlu etceğini biliyo çünkü. Yanından geçtiğimiz apartmanın bahçesinden sarkıvermekte olan bi çiçeği kopardı verdi bana. Hem romantik, hem çapkın. Bu esnada iç sesim yine allaha yakarmakta, allammm naapcam la ben falan demekteydi. Gossip Girl'deki Blair edasıyla teşekkür ettim, restime jestle karşılık veren bi çocuk vardı karşımda. Bi yandan da düşünüyorum ulan nolur sanki evlencek değiliz ya takılırız falan diye. Geniş bahçeli villayı yıkıp yerine üstü açık arabamızla boğaz turları attırdım bize. O sırada durağa gelmiştik. Yollarımız ayrılıyordu. Ve.........

Part 3'ün olacağını söylemiş miydim daha önce?

21.5.11

Kelebek etkili tanışma part 1:

Her zamanki paspal halimle evden çıktım, parka doğru yürüyorum. Paspal dediğim hafif makyaj, dağınık saçlar, özensiz gibi duran aslında en az yarım saat düşünülmüş kıyafetler; her zamanki ben yani. Malum, köpeği olan insan evlatları parka işemeleri, sıçmaları, atlamaları zıplamaları için büyüklü küçüklü hayvanlarını getirirler, zaten zibilyon çoluk çocuk "Abi bi kere seviyim mi" "Abi biraz ben dolaştıriyim mi" modunda olduğu için köpeklerin sahipleri gayet rahat bi şekilde sağa sola mal mal bakarlar.

Ben de o devasa vücüdümle parka doğru meylederken bi baktım yüce rabbimin gayet de gergeniş bir zamanında özene bezene yarattığı bir insan evladı. Aman yarebbim dedim içimden. Çatma kaşlarını kızım dedim. İnsan ol biraz dedim. Erkek gibi yürüme dedim. Keşke bugün saçlarını düzleştirseydin dedim. Keşke kafan tavuk götü gibi olmayaydı dedim. Yüzün on beş bin defa yıkanmış bi renkli t-shirt kadar solgun, allah seni kahretmesin dedim. Tabi bu söylemler böyle saniyenin onbinde biri kadar bi zamanda geçiyor beynimin içinde.

Bi de şöyle bir şey var, çocuğun beni fark etmemek gibi bir lüksü yok. Hem benim geldiğim yöne doğru bakıyor, hem de ayı gibiyim! Burada her zaman dikte ettiğim gibi de bangır bangır radyo fenomen dinliyorum, sanırsın parkta değil podyumda yürüyorum bi de öyle bi moddayım amına koyim. Aramızdaki mesafe benim cat walklarımla giderek azalıyor. Çaktırmadan o haşin, delici bakışlarımdan atıyorum çocuğa(öyle bi bakış yok tabi ki yeryüzünde). Vallahi de çocuk bildiğin şekil:A'daki Henry'ciğimin Türkiş versiyonu.

İçimden düşünüyorum bi de allammm insanın güne böyle güzel başlamasını sağladığın için sana şükürler olsun falan tam böyle elemanın önünden geçicem parktaki piç kurularından birisi topu daaaaaannnnnnn diye kafama atmasın mı! Allah'ım dünya durdu sanki lan. O saniyeler böyle resmen dünyanın en sıkıcı filmini izliyomuşum gibi geçmek bilmedi. Bi de o toptan sakınmak için girdiğim şekil ve şemal, o dehşet dolu surat ifadem resmen insanın götüyle güleceği cinstendi. Topu kafama yedikten ve ben  insan formuna geri döndükten hemen sonra Henry'ciğim, centilmen erkeğim yanıma ışık hızıyla gelip "Bir şeyin var mı?" dedi. Abi ben kafama hiç böyle güzel bi top yememiştim ya. Hani sabah akşam yesem o topu yine de gıkımı çıkarmam ama Henry'nin Türkiş versiyonunu bulmuşum biraz nazlandım, biraz mırın kırın ettim acımış gibi yaptım. O esnada piç kuruları da koştu geldi yanımıza "abla bi şeyin var mı" "abla ben atmadım bu attı" "abla acıyo mu" hay dedim sizin şarap çanaağınıza götlekler. Zaten Henry de o esnada "Gel şöyle banka otur" gibilerinden bana yol gösteriyodu dedim koy götü Leah, kaçırdığın bi ders olsun yani.

Tabi bi de Henry'nin iti var bi elinde, Golden en sevdiğim. Ben köpeği görünce bi yumuşadım zaten acı macı hissetmiyorum, topun beşgenlerinin kafamda izinin çıkmış oluşu sikimde değil. O 10 saniyelik zamanda Henry, Golden köpüşümüz ve içinde benim olduğum şahane bi dünya kurdum. Gerçek hayata dönmem biraz zamanımı aldı. Üzerimdeki eblekliği atmam lazımdı ve olaya direkt köpüşümüzden girerek "sen bana geçmiş olsuna mı geldiiiin" deyip hayvanı okşadım. Allah'ım şükürler olsun ki kalan nöronlarımda yaratıcılık diye bir şey varmış.

Henry bana "İyi misin" diye sordu, kara kaşımı kara gözümü incelemesi için ve şiddetli bi elektrik almak için "ya şurda bi şey var mı" dedim. "Yok yok iyisin" dedi gülümseyerek. Gülümsemeye çalıştım ama içimden bildiğin kahkaha atıyorum. O sırada köpüş de beni sevmiş olcak ki sırnaşmaya başladı ve o tarihi soruyu sordum "Adı ne bunun?" "Roma" Tanrıııımmm köpeğine Roma ismini veren bi erkek?! "Dişi mi?" dedim, evet dedi. ve der demez "bu arada ben" deyip ismini söyledi. Hobareyyyyyy dedim tanışıyoruzzzzzzzzzzz. Abi allahın işine bak lan, o topu koca kafama yemesem bu adamın önünden geçip gidicektim ve belki bi daha görmücektim. Öyle bi şey oldu ki bu adamla tanıştım.

Neyse yazı çok uzadı kalanını bi ara anlatırım. Olaya biraz heyecan katalım. Yey. *\o/*