6.12.12

Bir yağmur klasiği

Dünya hızla kirlenirken yağmur birden yağmaya karar verdi. Yavaş yavaş çiseleyen yağmur ruhlarımızı sonradan gelecek olan toprak kokusuna hazırlıyordu. Ay ne romantizm yaptım he. Olm bok götürüyo lan İstanbul'u yağmur yağınca. Hayat duruyor, trafik felç oluyor, metronun önlerinde birden 3-5 tane şemsiyeci beliriyor paraya para demiyor. 3 adım öteye araba gitmiyor, gidemiyor bi kere. Ayazını, poyrazını siktiğiminin rüzgarıylan bi de o yağmur karışmıyo mu allaaamm şımşırık oluyosun şımşırık (şımşırık için bkz: ıpıslak).

Yine o yağmurlu günlerden biri yani bugün, Nişantaşı'nın kıyısında Maçka'da çalışmışım, işimden gücümden çıkmış bir de yöneticimi biemdabılyusuna kadar götürüvermişim tam otomatik şemsiyemlen. Şakır şakır yağan yağmurda sefil hayatıma bu kahpe İstanbul'un çamurunda merhaba demişim bu olaydan sonra, bi de üstüne üstlük servis şoförü trafikten gelememiş. Yürüyelim diyoruz Osmanbey'e kadar, servis bekleyen ablayla. Her adım atışımda ayakkabımın topuklarından  dizlerime kadar çamuru da beraberimde getiriyorum zaten. Topuklarıma baka baka yürüyorum böyle salak gibi. Salak diyolardır kesin zaten bana yolda.

Neyse, Nişantaşı'ndayız. Işıklar, mağazalar falanlar filanlar derken bir adam "Alır mısınız" diyerek bir gül uzatıyor. Lan diyorum Nişantaşı'nın elitliğine bak güller sercekler az kaldı yollarımıza. Alıyorum. Hanfendi diyor. Ben de yanımdaki kadına diyor zannederek bakmıyorum arkama. Yanımdaki dönüyor, hanfendi diyor bir daha. Ben yine bakmıyorum. Sonra bir daha hanfendi diyor. Ulan hiç üstüme alınmıyorum yemin olsun lan, yine bakmıyorum. Adam meğersem gelip belamı sikecekmiş gülü alıp gittim diye. Gül de gül olsa bari lan. Yapma çiçek kolleksyioneri annem salonundaki yapma çiçekli sepetlerinin içine attırmaz bile. Öyle dandirik, öyle basit, öyle sikimtırak bi gül. Bi dönüyorum arkama. "VER" diye bağırıyor ipne. Al da götüne sok bakışımla adama veriyorum gülü.

Bak hele bak, olaya bak sen. Millet nelerle uğraşıyor ya. Böyle para mı kazanılır amına koyim. Şakır şakır yağmurda milletin eline sikim sokum bi gül tutuşturcaksın, bir de para isteyeceksin. Ulan insan değil bu insanlar.

Yolda bi de ipnemsi erkekler var, onlar da güzellik salonu kartı dağıtıyorlar. "Ay valla bi şey satmıyoruaaaz" kafasında kırıta kırıta kart vermeye çalışıyorlar. Azıcık bakımlı olan birini görsünler sülük gibi yapışıyorlar. Paçozlara hiç yanaşmıyolar. Paçoz mu gezelim lan. Paçoz geldik paçoz mu gidelim, he! Zaten canım burnumda geziyorum yoğunluktan, bi gün bi patlıcam ya bunlara sen seyrele o zaman cümbüşü.

Olm nedir benim bu çektiğim lan. Bi tane adam var sokakta, Mercedes'ini tamı tamına kaldırıma çıkarıp apıştırıyor. Yayalar yola çıksın yoldan yürüsün amk. Meclis üyesiymiş, ön camında yazıyor kağıt komuş. Ulan adam sikmekten helak oldular la bunlar. Çekici çağırsam arabasını bile çekmeyecekler eminim yani.

Çok atarlandım gene salon kadını çizgimden çıktım ya. Halbuki son zamanlarda gayet iyi bir Nişantaşı çocuğuydum. Ekmek falan yememeye başlamıştım yemeklerin yanında, çünkü vermiyorlar yani, öylesine. İşte bi yağmur yağıyor her şey değişiyor görüyonuz de mi çocuklar.



15.10.12

Blogger'da dünden bugüne.


Blogger'ın eski yazarlarındanım diyemem ama bir 3-4 sene oldu herhalde bu camialara gireli. Pek çok blog okudum, pek çok yorum yazdım, pek çok bloggerın günden güne değişimini kah uzaktan kah yakından izledim. Bu yazımda elimden geldiğince ciddi olmaya çalışmaya çalışacağım. Objektif bir yazı olmasını umut ediyorum. Keyifle okumanız, okurken haklılık payımın olduğunu düşünmeniz dileklerimle.

Önceden moda blogu mu vardı? Varsa da isimleri moda blogu değildi. Sayıları az olmasından mütevellit kendilerine moda blogu demezdik çünkü biz. Onların adı blogtu. Normal Blog!  2009'dan 2012'ye kadar öyle bir çoğaldılar ki o kadar olur. Yeni sezondan 3-5 parça alan herkes bugün ne giydim yapmaya başladı. Arttılar, arttılar, arttılar. Güzel bir anlatım, hoş bir fizikle ve iyi bir tarzla birleşince o bloglar yükseklere çıktı. Sonra bu blogların sahiplerinin bir kısmı şirketlerin halkla ilişkiler ofislerince keşfedildi, birlikte projeler yaptılar, sonra bloglarda hediyeler verilmeye başlandı ve git gide bu blog sahiplerinin izleyicileriyle olan etkileşimi azalmaya başladı. Önceden izleyiciler "Şu konuda yaz", "Bu konuda yaz" derlerdi ve blog sahibi izleyicilerinin beklentilerine cevap vermeye çalışırdı. Benim gördüğüm, bu durum şimdi yok.

Zaman akıp giderken hiçbir şeyin aynı kalmasını bekleyemeyiz tabi ki. Bir bloggerın izleyicileriyle olan iletişimi de zaman içinde değişebilir. Fakat bana öyle geliyor ki son bir senede blogger bir basamak üste çıktıysa izleyicileri bir basamak aşağıya indi. Kişisel çıkarlar ön plana çıktı. Tabi ki madalyonun öbür yüzünü unutmamak gerek. Hala izleyicisini önemseyen, yorumlara cevaplar veren, mail yoluyla destek olan pek çok moda bloggerı da var.

Sonra bir Twitter furyası çıktı. Sonra oralardan fenomenler çıktı. Sonra fenomenlere feno dendi. Onlar 140 karakterle şampiyon oldular bence. Aşk yazdılar, eski sevgili yazdılar, özlü söz kastılar seyircilere oynadılar. Bizim burada 2 yılda edinemediğimiz izleyici kitlesine onlar 140 karakterlik cümlelerle belki de 2 haftada ulaştılar. Çoğu blog yazmadı, yazmaya yeltenenler dikişi tutturamadılar, tutunamadılar Blogger'da. Ama adamlar/kadınlar Twitter'ın ekmeğini yediler mi? Yediler. Afiyet olsun mu? Olsun. Yalnız hiç blog yazmadığı halde blogger adı altında malı götüren olmadı mı, o da oldu, o da oluyor.

Kişisel bloglara gelelim. En birincimiz Pucca oldu. Pucca'dan sonra kimliğini gizleyerek blog yazan herkes bir ara Pucca oldu. Kişisel blog yazarlarının birkaç handikapı vardı. Her şeyi ortaya döktüklerinden fazla savunmasuzdılar. Hayatları, acıları, aşkları, nefretleri, dertleri her şeyleri bir kitap gibi okundu. Daha sonra başarılı olanların kitapları çıktı. Fakat kimliği/kendini/yüzünü gizlemek bir süre sonra çile halini aldı. Bu çile nereye kadar diyenler "Yeter ulan!" diyerek ortaya çıktılar, çıkmayanlara da helal olsun diyorum ben. Şimdi bir de kimliği gizleyip "Ben böyleyim ben şöyleyim, boyum şu kadar, kilom na bu kadar" diyenler okuyucularını bir beklenti içine soktu. Ortaya çıktıktan hemen sonra beklentileri karşılayanlar oldu, karşılayamayanlar oldu. Sanırım şu sıralar abartmalarının hesabını acı bir şekilde ödeyenler var.

Bu yazıyı yazarken kimseyi hedef almadım, kimseye laf sokma amaçlı yazmadım. Umarım aranızdan duruma alınanlar olmaz. Sadece bir durum analizi yapmak istedim kendimce. Katılan olur, katılmayan olur ama durum son zamanlarda bence budur.

Hepinize hayırlı başarılar diliyorum çocuklar.


1.7.12

Yaz okulu var dediler geldik part 2 - Londra

İngiltere’deki acar muhabiriniz Leah bildiriyor. Keşke sizinle alışveriş yapma imkânımız olsa ballı lokmalarım. Biz buradaki soğukları size versek, siz bize oradaki güneşi yollasanız. Valla diyorum bak ya hani kendim için değil. Gavur güneşi görür görmez soyunuyor, ben ağzım açık bakıyor ve ceketime sarılıyorum. Yazık hiç güneş görmemiş bunlar, azıcık yollayın da görsünler ebelerininkini.

Geçtiğimiz günlerde ben kütüphanede kitap bulmak için çırpınırken ve kitabı hala bulamazken, çevremde bulunup kulağında kulaklığı olmayan yegâne kadına tüm yüzsüzlüğümle yanaştım. İngilizler zaten öyle yardımsever ki hani sıçsan kıçını silivercekler o derece bir yardımseverlik.  Gittim yine İngilizlerden sıkça duyduğum “Excuse me” ile söze başladım ve durumu kısaca özetledim, kadın bana direkt “Are you from Turkey” dedi.  Allah dedim ya. Allah dedim ya. Kadının serçe parmağından tutup kütüphanenin bir başından diğer başına halay çekecektim nerdeyse. Böyle bir mutluluk yok yemin ederim. Türk gördüm lan okulda. Altın bulmuşum gibi sevindim.

Londra’nın sokaklarını kendim için değil sizin için gezdim kınalı yapıncaklarım. Trafalgar’dan Oxford’dan, Thames Nehri’nden sizler için geçtim. Türk restaurantı gördüğüm zaman yanımdaki Amerikalıları dürtükledim, “Halal Food” yazan yerleri gördükçe güldüm, gülümsedim. Otobüste ağzım açık uyuyarak hepimizi iyi temsil ettim. Hyde Parkı’nın yanından geçerken aklıma sevdiceğim geldi, ah keşke burada olsa dedim “Haydi gidelim haydi haydi gidelim haydi” diye söylene söylene yürüyüş yapar, çayır çimende koşar, hatta bokunu çıkarır güreşirdik dedim.  Türk olduğumu duyup da “Sizin orada X var mı, sizin orada Y var mı” diyip bizi 3. Dünya ülkesi sanan cahil cuhela Amerikanlara çok güzel cevap verdim.


Londra genel anlamda kendimi iyi hissettiğim bir yer oldu. Sanırım çok fazla turisti barındırmasından kaynaklanıyor bu. Onca Amerikanın içinde asimile olmak üzereyken farklı dillerde konuşan insan seslerini duymak çok iyi geldi. Bir de adamların tarihi dokularını deliler gibi, çılgınlar gibi koruyor olmalarına şapka çıkardım selam durdum. 

Bunlar dışında bir şey alacağın zaman Türk lirasını 3 ile çarpıyor olmak adamı fena çarpıyor. Henüz o aşamayı geçemedim. İlla 3 ile çarpıp kıyas yapıcam.  Bu arada çok güzel ve onlar için ucuz tekstil ürünleri olmasına karşın İngilizler nasıl paçoz nasıl paçoz anlatamam. Ya bi git Primark’a götüne don al ya. Ben böyle rüküşlük görmedim amına koyim. Nasıl bir boşvermişlik, nasıl bir sikine takmamaktır bu anlamış değilim. Türkiye’deki taytlardan kaçtım, burada da aynısından var. Her kadında bir tayt amına koyim. Yine götlerine bakmadan giyiyorlar taytı bak gene sinirlerim bozulmaya başladı. Her gün bir yeni tayt.



O kadar gezdim ettim az biraz da fotograf çektim ama nasıl dandirik çekmişim anlatamam. Ne neresi belli değil.  Bazı yerlerde üşengeçliğimden makinayı çantamdan çıkarmadım bile.  Bazı yerlerde keşke fotograf makinasını hiç çıkarmayaymışım zaten. Ne güneşin yönünü ayarlayabilmişim, ne sarayı komple çekebilmişim. Bana sıfır puan, size yüz puan. Öpüyorum canlarım.

25.6.12

Yaz okulu var dediler geldik part 1

2 tane biberin 5 lira, 3 tane soğanın 4 lira olduğu bir ülkede yaşamaya başladım canlarım, İngiltere'de. Sıçıp boklarını satsalar yanına £3 yazarlar beklerim. Kalacağım yerin kıyı bir bölgede olduğunu var sayarak yanıma inceden kalına çalan kıyafetler getirmiştim ama ne fayda. Burası serin, burası soğuk, burası tam Halil Sezailik. Bugün okulda yürürken yaşlı bir amca yanımdan geçti ve "Sizin şansınıza hava çok güzel" dedi. Tabi bunu Türkçe demedi ama dedi işte başka bi dilde de olsa. Ben de "He ya, nasıl güzel nasıl" dedim içimden. Adama da sadece "YES" dedim ve gülümsedim.

Buraya gelmeden önce hiç heyecanlı değildim, evle ilgili sorunlar beni benden almıştı. Yumuş beni havaalanına bıraktığında içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. En son pasaport kontrolünde ayrıldık ve kendimi tutamayıp "ağlıcam şimdi" dedim ve hemen sonra karşımda duran eşşek kadar DUTY FREE yazısını gördüm. Ağlamadım.

Buraya geldiğimde insanların yersiz nazikliği beni şaşırttı. İngilizce biliyorum zanneden kendimin de eveleyip geveleyerek konuşması da beni benden aldı. Şu anda yaz okulu için buradayım ve okuduğum okulda yaklaşık 800 kadar yabancı öğrenci var. Yaklaşık 600 tanesi de Amerikan. Çoğu California'dan geliyor. Fizik dersi için hem de. İngiltere'de Amerikanların içinde asimile oldum anlayacağınız. Araplardan sonra sesli konuşmada çığır açmış Amerikanlar. Hemen hemen hepsi birbirini tanıyor ve bu durum da biçare beni depresyona itiyor. Türkiye'den geliyorum dediğimde "it's cool" diyip duruyorlar. En son carladım nesi it's cool paso it's cool deyip duruyorsunuz diye. BİZİ BÖLMEYE GÜCÜN YETMEYECEK AMERİKA.

Her zamanki geldiğim bu yeni ülkeye cenabetliğimle geldim. Odamdaki tuvaletin sifonu 1 kere işedikten sonra (artık nasıl işediysem) bozuldu. Basıyorum basıyorum su foşur foşur akmıyor. Gittim adamlara dedim durum böyle böyle rahat rahat işeyemiyorum, sıçamıyorum falan sağolsun bi tanesi geldi odama. Biz nasıl kumandanın götüne vuruyorsak aynen sifonun bulunduğu yere vurdu ve sifonun içine su dolmaya başladı. Allaaam dedim Türk esintisi bu olmalı.

İşte günler işemekle, sıçmakla geçiyor canlarım. Şu an bir Türk'e hasretim. Bir türk görsem hemen çember içine alıcam ve sonsuza dek Türkçe konuşucam ama koduğumun yerinde tek bir Türk yok. Size cumartesi günkü Londra gezisinden fotograflar ve yeni hikayelerle geliyor oluciğim. Şimdilik esen kalın ve sıcak havanın tadını çıkarın. Ben de birkaç İngilizle takılayım da az kibarlık öğreneyim.

27.4.12

Takım arkadaşları arıyorum.

Selam soyu tükenmekte olan eşsiz, benzersiz, tatlı ve minnoş pandalarım, sanırım hepimiz postlarımızı çıkardık ve kısa kollularımızı giymeye başladık. Malumunuz lömbür lömbür, bıngıl bıngıl kilolarımız da hayata bizden önce merhaba dedi. Sizinkileri bilmem ama açıkçası benimkiler çok utanmaz, arlanmaz. Ne edep biliyorlar ne adap. Göbeğimdekilere "Çıkmayın kuzum gökdeleni herkesin içinde" diyorum anlamıyorlar, Yan simitlere "Pörtlemeyin tatlım düşük bel kotların üstlerine" diyorum bana mısın demiyorlar. Eğer siz sizinkileri eğitebildiyseniz öneride bulunmak için beni şu numaradan araya.... Şaka şaka.

Şimdi kimseye hakaret etmemek adına insan olmadığımı kabul ederek başlamak istiyorum bu yazıya. Ben insansam günde 2 öğün salata yiyenler ne? Ben insansam sabah akşam spor yapanlar ne? Ben insansam günde 100 mekik çekenler ne? Ben insansam kahvaltıda bir kibrit boyutu büyüklüğünde peynir yiyenler ne? Konu yemek olunca insanlığımdan çıkıyorum tatlı su balıklarım. Ben ki soğan sevgimden dolayı yemek masasındaki her bir insana soğan yedirmiş insanım, ben ki sabah kahvaltısında ertesi akşamki yemeği düşünüp mutlu olan bir insanım, ben ki sevgilisiyle "niye kuru fasulyeciye götürmüyorsun beni yea" diye kavga eden bir insanım, ben ki 9 yaşındayken bir öğünde bir ekmeği bitiren bir bacaksızım, bir de boğa burcu olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Bir de bu kadar yemek yememe ve kıçımın sağ ve sol löpünü kımıldatmamama rağmen
allah vergisi metabolizmam sayesinde Harry Potter'daki Hagrid gibi değilim şükürler olsun kü.

Bir adet Semra Özal gerdanım, Trump Towers'a kafa tutan göbeğim ve denize atsan boğulmayacağımın garantisi olan yan simitlerimle dünya üzerindeki yerimi aldım. Diğer üzuvlarıma bok atmak istemiyorum, onlar normal.  Ben elma vücut tipli bir Leah'yım yavruşkalar. Bacaklar ince, popo tepsi gibi. Göbekten itibaren tüm yukarısı evlere şenlik. Kilo alıp verme olayım çok zor. 17 yaşımdan 23 yaşıma yani şu ana kadar hep 56-65 arası oldum. Şu an 65'e avcının avına yaklaştığı gibi soldan yaklaşıyorum.

Baharın getirdiği yorgunlukla beraber en yakın arkadaşım çiçek desenli yastık kılıfımın çevrelediği yumuş yastığım oldu. Kucağıma da Muzo'yu (netbookum) verirseniz yemeğimi de önüme koyarsanız mirimiri moromoro yaparım size. Geçen gün annem geldi, ona yaptım mesela. Ama anladım ki gittiğim yol yol değil. Git gide dönüşü çok zor olan bir yere doğru yol alıyorum. Mesela beni kandırmak da çok kolay. Yolda tanımadığım birisi yemek gösterse "gel pisi pisi" dese onunla sonsuza doğru ilerlerim. Artık başıma gelebilecekleri sizin hayal gücünüze bırakıyorum. (lütfen çok acı çektirmeyin.)

Yani aslında size koca bir yazı boyunca anlatmak istediğim şey şuydu canlarım: Belediyenin parklara koymuş olduğu spor aletlerinde benimle birlikte ter akıtacak takım arkadaşları arıyorum. Müracatlarınızı yorum halinde yaparsanız sevinirim (bir de hangi pasta ve börek yapımı konusunda söz sahibi olduğunuzu da ekleyin lütfen.)

Hedef 2023. Şaka şaka. Şekil A'nın 2 katı olsak yeter.

18.4.12

Bana bir kız lazım.

Bu sabah tüm homurtumla kalktım. Tüm dünyaya meydan okuyan sabah ereksiyonumla tuvalete koşturdum. Sanırım enfes bir rüya görmüştüm. Gittim bir süre gözlerim kapalı bir şekilde işedim. Sonra suratıma su çarptım. Havlu denen şey vardı ama gereksizdi, o yüzden yüzümü t-shirtüme sildim. Hemen ardından özenle odama gittim ve eşofman altımı özenle ters bir şekilde bulunduğum yere atar gibi yaptım ama sağ ayağımdan çıkarırken çok salladım sanırım odanın bir köşesine gitti, t-shirtümü de basket topu yapıp odanın öbür köşesine attım. Dolabımı açtım ve jilet gibi gömleklerim bana merhaba dediler. Giydim tekini, bir de pantolon. Tamamdır. Sonra var gücümle seslendim "ANNEEAĞ"

Tüm sevecenliğiyle odama gelen annem havasızlıktan ölmüş ve gömeni olmayan odama geldi. Tüm cıvıltısıyla "günaydın oğluşum" dedi. "ne yicem ben" dedim. O bu sırada perdeleri ve pencereyi açıyordu. N.Ş.A (normal şartlar altında) bunu babama desem "bok ye ipnenin evladı" yanıtını alır hatta bir fiske de kafama yerdim ama sonuçta bu soruyu anneme soruyordum. "Ne yemek istersin benim mühendis oğlumm" deyince bana, anne kontenjanından dibine kadar faydalanmanın sefasını sürdüm. "Kafana göre takıl ya" dedim. Çıstak çıstak terlikleriyle mutfağa seyirtti.

Annemin beni çılgınlar gibi şımartmasından hiç sıkılmamıştım ama içten içe de biliyordum: Elin kızı beni annem gibi karşılıksız sever miydi? Yere apıştırdığım eşofmanlarımı yerden kaldırır, onu normal bir eşofman formuna sokar, hemen ardından dürer katlar mıydı? Dahası tüm pervasızlığıma her daim gülümser ve bana şefkatle yaklaşır mıydı? Bana hizmette sınır yoktur anlayışını benimsemiş bir kız lazımdı. Hem çalışacak hem eve gelecek evin işini yapacak, benim sevdiğim yemekleri bilecek ve onları annem gibi pişirecek, çok sevdiği halde dereotunu sırf ben sevmiyorum diye dereotlu peynirli poğaçaya koymayacak ve poğaçayı sırf bu yüzden boynu bükük bir şekilde peynirli yapacak, eğer koyarsa benim onun tüm uğraşlarını hiçe sayarak ağzına sıçacağımı bilecek, ben işten gelince götümü yaydığım yerin önüne çayımı, meyvemi koyacak, sonra sabahtan akşama kadar it gibi koşturmamış gibi gece yatağımıza yatınca çatır çatır benimle sevişecek, hayır kelimesini lügatında barındırmayan, nazsız, kaprissiz, harbi bir kız.

Sucuklu yumurtanın kokusu odama doğru akarken telefonuma baktım. "Benimle hiç ilgilenmiyosuuaaan" "Uyudun mu" "Niye cevap vermiyosun" "Şşştt" mesajlarını art arda gördüm. Hiç görmemiş gibi yaptım. Bu kız gerizekalı mıydı neydi amına koyim. Annemin yanına mutfağa gittim.Bir güzel kahvaltımı yaptım. Kahvaltı masasının m'sini toparlamadan bir hışım banyoya dişlerimi fırçalamaya gittim. Isladığım avcumla saçlarıma saniyenin onda biri kadar sürede şekil verdim. Parfümümü sıktım ve dışarı çıktım.

Durağa doğru yürüdüm. Bizim zamanımızdaki liseli kızlarla şimdiki liseli kızları kıyaslayınca "ulan keşke şimdi okusaymışız liseyi." dedim kendi kendime. Önceden etekleri biraz açılsın diye bekler dururduk, şimdi hiç etek giymiyorlar amına koyim. Daha sonra cüretkar ablalarımıza bakıp gözlerimi gün ışığına ayarladım. Otobüse bindiğimde boş bir yer buldum, ama hemen ardından tüm heybetiyle üstüme doğru gelen pamuk teyzeye yer verdim. Birkaç durak sonrasında boş bir yer buldum, oturduğumda ağzım açık uyumuşum. Allahtan iş yerinin durağı kaçırmadım amk. İndikten sonra telefona bi tekrar baktım. "Seninle ilgilenmemek mümkün mü canım, uyuyakalmışım ;)" yazdım yolladım.

----

Bu da zor hayatlardan biri değil mi beş karbonlu riboz şekerlerim? Dua edelim de hepiciği aradıkları kızı bulsunlar! 

2.4.12

İstinye Park mı Kanyon mu işte tüm mesele bu.

Merhaba, ismim Selvinaz. 27 yaşındayım. Zayıf, çıtı pıtı bir şeyim. Vaktimi genellikle acaba bugün nereye gitsem diye düşünerek, kahvemi nerede içsem diye düşünerek, hangi kıyafeti giysem diye düşünerek harcarım. Gördüğünüz gibi sürekli düşünen biriyim. Elimden ayfon fores'imi düşürmem. Kahvemi içmeden önce kuaföre giderim. Kredi kartıyla ödememi yaparım. Çalışmadığımı söylemiş miydim? Kocişim çalışıyor. Ondan hiç para almıyorum, kredi kartını alıyorum. Ay ne tatlı.

Kocişimi bulmak için çok çaba harcadım inanın. Onların bulunduğu ortama girebilmek için pürüzsüz bebek popomu yırttım diyebilirim. Kişisel bakımıma, saçıma başıma, cilveme çok özen gösterdiğim için hemen babası zengin kendisi aptalgillerden birine ağımı attım. Ama çok tatlıdır kocişim merak etmeyin. Onu tavlamak için bir iki tane adını bile zor söylediğim yemeklerden öğrendim, onun ilgi alanlarını öğrendim azmedip o ilgi alanlarının kitaplarını aldım okudum, sonra onunla yattığımız gecenin sabahında o uyanmadan usulca banyoya girip hafif makyajımı yaptım, dişlerimi fırçaladım, saçımı taradım, uyandığında bebekmişim gibi bana sarılmasını o oscar ödüllük gülümsememle izledim. Aslında inanın çok zor şeyler yaptım. Sürekli bakımlı ol, sürekli güzel giyin, sürekli güzel şeyler söyle, sürekli onu iste, hiç hayır deme falan, inanın çok gerildiğim anlar oldu. Ama zengin kocaya ağ atmak o kadar kolay değildi, bunu biliyordum, azmettim. Hep gülümsedim hep.

Biz evleneli 1 yıl oldu. Onun zengin kız arkadaşlarıyla buluşuyorum. Hiçbir şey yapmıyoruz. İstinye Park'a gidiyoruz, oradan sıkılırsak Kanyon'a geçiyoruz bla bla. Konuştuğumuz şeyler çok belirli, genelde magazinel şeyler, işte kim ne giymiş falan. Pişti olmak istemiyoruz, bu konuda ufkumuzu çok genişletiyoruz. İnanın çok zor. Geçen gün  Aslı da benim kemerimden takmış, yer yarılsa da yerin dibine geçsem diye düşündüm. Kocişimin yıl dönümünde bana aldığı biemdabılyuma binip oradan uzaklaştım. Sinirimi yatıştırmak için de gittim kendime bir ayakkabı aldım. Yalnız sonradan öğrendiğim kadarıyla ayağıma giydiğim şey köle gibi çalışan bir işçinin bir aylık maaşının 3 katı falanmış. 4 de olabilir bilmiyorum Matematiğim iyi değildir.

Geçen gün çok zor bir kararla karşı karşıya kaldım, stres oldum. Acaba o yeni sezon çantanın hardal rengini mi alsam yoksa mercan rengini mi diye düşüne düşüne bi kal geldi bana. Umarım beni anlıyorsunuzdur. Çok zor bir seçim bu yahu. Dolayısıyla gittim ikisini de aldım. Kocişimin kredi kartı sınırsız limitli. Sınırlarını zorlayamıyorum o yüzden. Tadında bırakıyorum.

Ben bir ara çalıştım aslında. Hatta kocişimle tanıştığımızda çalışıyordum, ev kızı olsam asla bana bakmazdı zaten kocişim. Sonra yavaş yavaş ona ağlarımı atarken iş yerindeki sorunlarımı da beraberinde getirdim ağlarımın yanında, o dayanamadı "çalışma ben sana bakarım yea" dedi şakacıktan, ben ciddiye aldım onu. Biliyorum ki her şakanın altında bi gerçek çırılçıplak yatıyordur yani, bu hep böyledir. İşte öyle öyle hayata pardon kocişime sıkı sıkı tutundum, hiç bırakmadım onu. O beni bırakana kadar da hep tutunucam. Ben bırakmam onu merak etmeyin. Bulmuşum böyle enayiyi pardon tontişi bırakır mıyım hiç. Hiç şüpheniz olmasın yani. Asla katiyen.

Ama çalışmadan olmuyor sugarlarım. Ben şahsen bizzat kendim çalışmaya başladım daha yeni. Moda blogu açtım. Artık bir bloggerım. Geçen gün bir çanta aldım fotosounu çektim koydum. Feyk dediler inanabiliyo musunuz. Feyk ne ya ay paçoz dedim sen benim bindiğim biemdabılyumu görmüyo musun yaaani. Görgüsüz görgüsüz, saygısız saygısız insan dolu bloglar. Neyse ki yarın gitmem gereken bir event var. Şimdi üzülüp yarın aralarına girmeye çalıştığım moda bloggerlarının yanında sönük kalamam. Bu aralar eventten evente koşuyorum, yorgunluktan deli divane oldum o derece. 

Neyse, çok yazdım. Birazdan kocişim gelicek. Giyinip karşıliyim de kapı önünde fotograflarımı çeksin. Evimiz dubleks ya, tam merdivenlerin orda poz veriyorum çok hoş oluyor. Hihihihihi.

Açıkçası ben Leah kişisi olarak bu yoğun tempoya dayanamaz şuracıkta can verirdim herhalde. Ama böyle hayatlar da var gibi gibi bence ha ne dersiniz? Öpcükler Liya.