Sizleri en son ilkbaharda bırakmıştım, şimdi yaz olmuş, ayıp denen bir şeyin varlığı bloguma daha bir peydah olmuş yavruşkalarım. Aslında son 3 ayda hayatımda bir takım enteresanlıklar olmadı değil oldu ama ne bileyim bloga yazasım gelmedi.
Tam bir ay boyunca hastaydım. İlk yarısında koluma travma yaşatmışım. Ortopedist öyle dedi. Nasıl başardığımı sordu, dedim ben hayatım boyunca çok başarılı bir insan oldum, bunu da başarmışımdır. Bu arada lanet kol kalkmıyor. Ne ceket giyebildim, ne saç tarayabildim. Resmen acılardan acı beğendim kendime her sağ kolumu kaldırışımda. Kas gevşeticilerle yaşadım. Akabinde bir grip oldum tam yaz ortası. Dede nene stilinde ilaç torbam oldu. Sonunda bademciklerimin alınmasına karar verildi. Hala günde bi paket sigara içen amcalar gibi öksürüyorum.
Kolumun kalkmadığı sıralarda Barcelona'ya gittim bir arkadaşımla. Şu sıralar it gibi özlüyorum hatta şehri. Ulan işte sevgilin yokken gezeceksin böyle şehirleri. Tapas, braves, cava, sangria derken baya net harikalar kumpanyası oldum çıktım oradayken. Bu arada sabah akşam içtiğim kas gevşeticilerin midemi bellemesinden pek bahsetmek istemiyorum.
Sonra sanırım döndükten bir hafta kadar sonra bir hafta boyunca birilerine çok yoğun duygular besledim. Hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım savunmasızlıkta yakalandım kendisine. Hatta aşık oldum sanırım diye gezdim birkaç gün. Sonra istemedi birden. Ben değişik biriyim dedi. İncindim bir parça. Sonra geçti ya da geçiyor. Ama güzeldi, ben kendimde öyle hisler kalmadı sanıyordum. Bir ara uçan balon gibi oldum yanında, uçuyordum adeta. Ama şimdi havam kaçtı, yere indim. Kara parçası çok güzel, siz de gelin.
İşte bu "ben nelerle başa çıktım bununla mı yıkılacağım" kafasından çok sıkıldım. Teee 16. yüzyıldaki eski erkek arkadaşımla buluştım diyor ki sen çok güçlü bi kadınsın. So fucking what diyesim geliyor. Yoruldum amına koyim. Tee 18 yaşımdan beri ailemin maddi desteğinden başka hiçbir şey almadım neredeyse. Kendi göbeğimi kendim kesmekten yoruldum. Şu sıralar sahip olduğum depresif kafa çok eşsiz. İş de bol mesaili hala, pek yolunda gitmiyor gibi. Kimsenin memnun olmadığı yok da ben değilim sanırım. Hani böyle her şeyi herkesi bırakıp dünyanın herhangi bir noktasına gidiverecekmişim gibi hissediyorum.
Hayatımda birisi lazım mı lazım değil mi pek kestiremiyorum. Sanırım bir adam yerine depresyonu kucakladım ben yanlışlıkla. Şu sıralar mutlu bir ben olmaktan başka çabamın olmaması lazım. Eskisi gibi gülmüyorum. Sadece bayram tatili gelsin de Didim'e gideyim ailemin yanına diye bekliyorum. Orada da bir takım huzursuzluklar eminim ki bekliyor. Neyse yollasınlar gelsin.
Bu arada bir kere daha tanıştığım birisi "Sen çok güzel bi kızsın ama şu göbeğini eritirsen mükemmel olacaksın" derse siz şeker topakları için blogumu
cezaevinden yazıyor olacağım.
Hepinize sevgiler,
Leah
Leah
Her telden, kıldan, tüyden, senden, benden...
20.7.14
Merhaba mevsim yaz
13.4.14
Liya değil LEAH benim adım
Yine kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir zaman dilimi geçmiş ve ben tek kelime yazmamışım. Yazmamayı geçmişim eski yazılarımın çoğunu taslağa döndürmüşüm, bloguma damat tıraşı yapmışım ballı lokmalarım. Bazı ince ayarlar gerekiyordu buraya. Sebebini aşağıya bir yerlere mutlaka yazacağım. Siz beni okumayalı hayatımda değişiklik oldu mu derseniz pek olmadı gibi. Kendimi MSA'nın yemek kurslarına verdim, mutfakta harikalar yaratabilitemin olduğunu bir kez daha gördüm. Hayatıma selamınn aleyküm aleyküm selam demek suretiyle birkaç insan girmeye çalıştı, destur bismillah diyip köprüden önce son çıkıştan çıkardım kendilerini. E zaten çok net işimdeyim gücümdeyim. Geri kalan zamanlarda da uyudum yani, hayat na bundan ibaret.
Son zamanlarda karakterim, karaktersizliğim yerine iyice oturmaya başladı. Haddimi son derece biliyorum. Ben kendimi biliyorum. Bir şey olacaksa hmm ben şimdi şunu yapıcam, sonra böyle olacak, e öyle olacağına ben hiç davranmayayım hiçbir şey olmasın diyorum. Umursamazlık, gailesizlik levelim son levelına ulaştı. Sanırsın işlek bir caddenin orta yerinde frappiçinomla yürüyorum, ayağımda stilettolarım. Ama kendimden memnun muyum, memnunum aga. Zaten hep kendi işime bakardım, şimdi daha çok bakıyorum. Kimsenin tavuğuna kışt demiyorum. Efendiyim.
Blogumu neden tıraşladığıma gelelim. Eskisi kadar katı değilim kendimi gizleme konusunda. Yolda rastladığım blogger arkadaşlarıma ben Leah demekten çekinmiyorum ya da hadi kahve içelim diyen tesadüfen yan sokağımda oturuyor çıkan Twitter'dan birine ya da Twitter'da yemek muhabbetinin bokunu çıkarıp birlikte yemek kursu bile aldığım arkadaşıma ya da iki bira yuvarlarken iç döktüğüm bir arkadaşıma. Bunlar inanılmaz güzel. Ama insan hayatının tüm açık yaralarını bir yere döktüyse, söylediği her kelimenin arkasında daha binlercesinin olduğunu biliyorsa kendisini çok savunmasız hissediyor. Elbette onlar benim anılarım, silmem mümkün değil ama şu anda taslaktalar. 2013'ü silmedim, öncesi oldukça taslaklarda. Bundan sonrasını daha şuurlu yazacağım için (ve 2 ayda bir yazı yazdığım için neyini silicem o da meçhul) sıkıntı olmayacak gibime geliyor ama işte durum bu şekilde.
Blog mailime de ayda bir bakıyorum, baktığımda da sıfatımda kocaman bir gülümseme oluyor. Merak eden mi dersin, fikirlerime önem verip soru soran mı dersin, bir kahve içelim olur mu diyen mi ararsın, ne dersen de inanılmaz güzel mailler geliyor. Böylesine güzel şeyler duyuyorken ayda da yılda da bir olsa yazmazsın ne yaparsın buraya. Twitter'ın kapanması olsun o olsun bu olsun derken ben sosyal medyadan biraz el etek çekme durumu yaşadım açıkçası. Kanlı canlı hayat daha tatlı geldi. Ama bazı kanalların yokluğu da cağğğnımm Blogger dedirtti. Hani twitter gelir geçer asaletin bana yeter sevgili blogum.
Hani hayatımı nasıl özetleyeyim bilmiyorum da bu aralar. Çok yoğun çalışıyorum hala daha. Her şeyi unutuyorum o yüzden outlook'un takvimine abanmaktan dinim imanım gevriyor. Arkadaşımla plan yapıyoruz mesela "Canım ya takvime işlesene sen onu" diyorum. Yanımda birileri varsa mutlaka yürüyorum. Havaların güzel olmasını umarak, uykumdan da bir parça piç etmeyi düşünerek işe yürüyerek gidip gelmeyi aklımın bir kenarına yazıyorum. Güzel yemekler yapıyorum, güzel yemekler yiyorum. Güzel müzikler dinliyorum. Kuş kadar hak ettiğim izinlerimden ikisini bir hafta sonuyla birleştirip tatil planları yapmayı başlamayı umuyorum. Yoksa kendimi pusulası belediye zarfına konmuş muhtar adayı gibi hissetmeye devam edeceğim. Bu arada hala sizin umduğunuz şıkır şıkır bir İKcı değilim. Saçları başları hak getiriyor. Doğallığım ekstrem hala daha.
İşte benden haberler bu şekilde. Ne kadar harika bir hayatım var tekrar görmüş oldunuz böylelikle.
Birazdan salatası için market alışverişine çıkacak Leah bildirdi.
(Bu arada 'ben Liya' dediğimde kimse benim Leah olduğumu anlamıyor. BEN LEAH diyeceğim bundan sonra sizi yolda görürsem, o zaman daha sıkı sarılıyoruz.)
Son zamanlarda karakterim, karaktersizliğim yerine iyice oturmaya başladı. Haddimi son derece biliyorum. Ben kendimi biliyorum. Bir şey olacaksa hmm ben şimdi şunu yapıcam, sonra böyle olacak, e öyle olacağına ben hiç davranmayayım hiçbir şey olmasın diyorum. Umursamazlık, gailesizlik levelim son levelına ulaştı. Sanırsın işlek bir caddenin orta yerinde frappiçinomla yürüyorum, ayağımda stilettolarım. Ama kendimden memnun muyum, memnunum aga. Zaten hep kendi işime bakardım, şimdi daha çok bakıyorum. Kimsenin tavuğuna kışt demiyorum. Efendiyim.
Blogumu neden tıraşladığıma gelelim. Eskisi kadar katı değilim kendimi gizleme konusunda. Yolda rastladığım blogger arkadaşlarıma ben Leah demekten çekinmiyorum ya da hadi kahve içelim diyen tesadüfen yan sokağımda oturuyor çıkan Twitter'dan birine ya da Twitter'da yemek muhabbetinin bokunu çıkarıp birlikte yemek kursu bile aldığım arkadaşıma ya da iki bira yuvarlarken iç döktüğüm bir arkadaşıma. Bunlar inanılmaz güzel. Ama insan hayatının tüm açık yaralarını bir yere döktüyse, söylediği her kelimenin arkasında daha binlercesinin olduğunu biliyorsa kendisini çok savunmasız hissediyor. Elbette onlar benim anılarım, silmem mümkün değil ama şu anda taslaktalar. 2013'ü silmedim, öncesi oldukça taslaklarda. Bundan sonrasını daha şuurlu yazacağım için (ve 2 ayda bir yazı yazdığım için neyini silicem o da meçhul) sıkıntı olmayacak gibime geliyor ama işte durum bu şekilde.
Blog mailime de ayda bir bakıyorum, baktığımda da sıfatımda kocaman bir gülümseme oluyor. Merak eden mi dersin, fikirlerime önem verip soru soran mı dersin, bir kahve içelim olur mu diyen mi ararsın, ne dersen de inanılmaz güzel mailler geliyor. Böylesine güzel şeyler duyuyorken ayda da yılda da bir olsa yazmazsın ne yaparsın buraya. Twitter'ın kapanması olsun o olsun bu olsun derken ben sosyal medyadan biraz el etek çekme durumu yaşadım açıkçası. Kanlı canlı hayat daha tatlı geldi. Ama bazı kanalların yokluğu da cağğğnımm Blogger dedirtti. Hani twitter gelir geçer asaletin bana yeter sevgili blogum.
Hani hayatımı nasıl özetleyeyim bilmiyorum da bu aralar. Çok yoğun çalışıyorum hala daha. Her şeyi unutuyorum o yüzden outlook'un takvimine abanmaktan dinim imanım gevriyor. Arkadaşımla plan yapıyoruz mesela "Canım ya takvime işlesene sen onu" diyorum. Yanımda birileri varsa mutlaka yürüyorum. Havaların güzel olmasını umarak, uykumdan da bir parça piç etmeyi düşünerek işe yürüyerek gidip gelmeyi aklımın bir kenarına yazıyorum. Güzel yemekler yapıyorum, güzel yemekler yiyorum. Güzel müzikler dinliyorum. Kuş kadar hak ettiğim izinlerimden ikisini bir hafta sonuyla birleştirip tatil planları yapmayı başlamayı umuyorum. Yoksa kendimi pusulası belediye zarfına konmuş muhtar adayı gibi hissetmeye devam edeceğim. Bu arada hala sizin umduğunuz şıkır şıkır bir İKcı değilim. Saçları başları hak getiriyor. Doğallığım ekstrem hala daha.
İşte benden haberler bu şekilde. Ne kadar harika bir hayatım var tekrar görmüş oldunuz böylelikle.
Birazdan salatası için market alışverişine çıkacak Leah bildirdi.
(Bu arada 'ben Liya' dediğimde kimse benim Leah olduğumu anlamıyor. BEN LEAH diyeceğim bundan sonra sizi yolda görürsem, o zaman daha sıkı sarılıyoruz.)
22.2.14
Muhteşem Liya'nın Muhteşem Yaşamı
Sisli İstanbul sokaklarım, karlı Cumartesilerim, yağmurlu Pazarlarım napıyonuz? Size aylardır yazmamayı kendime borç bilmişim sanırım. Kumanda paneline gelip gelip takvim hesabı yapıp "1 ay 6 gündür yazmamışım" falan demişim ve bunu hemen hemen her gün yapmışım. "Yazmayalı tam 2 ay olmuş ohannes" demeden bir gün önce muhteşem yaşamımı sizlere de yazmak istedim. Malum, herkes böyle bir yaşam süremez.
Hayatımın heyecan kat sayısının eşi bucağı yok, sonsuza uzanıyor namussuz. Bakalım mesaiden bu akşam da saat kaçta çıkıcam hmmmm yapmak suretiyle Ocak ve Şubat aylarında sadece bir kere beş buçukta, bir kere de altıda çıkarak şahane rekorlar kırdım. Sonra kendime küçük sürprizler yapıp nevresim takımları aldım, hafta sonlarma hazırlık yaptım. Mis kokulu uyku setlerimin içine kedi stili kıvrılıp miskinliğimin doruklarına çıktım, şu an hala oradayım. Hatta size bu satırları tam olarak oradan yazıyorum.
Muzo bozuldu, kendisini 2 aydır servise veremedim. Daha doğrusu vermeye üşendim. Kapıdan çıktım aklıma geldi, yukarı çıkmaya erindim, kapıdan çıkmadan hadi bu sefer gidiyoruz Muzo dedim, sonra ulan bunun içinde benim iç gıdıklayıcı derecede seksi fotograflarım vardır ben buna bi ince ayar çekeyim öyle veririm dedim gene veremedim. Şu an kapının orda yerde duruyor. Kucağımda da eski piçim var. O da şu an bana bir sevgili sıcaklığı veriyor. Nasıl ısıtıyor bacaklarımı falan anlatabilemem.
Bu arada hala sevgilimin olmadığının altını çizmek isterim. Zaten sevgilimin olabilmesi için kendisini part time çalıştırmam lazım amk. Böyle bir yaşam olabilir mi? Evimde yemek pişiremiyorum. Yemek pişiremiyorsam sevgililiğin ne anlamı var? Bu arada yüzeysel birkaç denemem olmadı da değil tabi sevgili bağlamında. Ben sevgili işlerini bırakalı ortalık baya her çiçekten bal alma stiliyle yaşayanlarlan dolup taşmış. Benlik değil kimse. Bütün adamların boyu zaten 178 falan maksimum. Benim gibi adama yapılır mı ulan bu? Boyu 185 üzeri, askerliğini yapmış, sigortalı, işi gücü yerinde olan adaylarmı bekliyorum. İşten erken çıkabilsem Esra Erol'a çıkıcam bu stil adam bulabilmek için. Çıkamıyorum da. Gerçi hala yayınlanıyor mu o bilmiyorum ama. Bu arada harbi harbi dışarıdan gördüğüm adamlar ancak yemeksepeti siparişi getiren motor kuryeler. Onlardan da henüz beğendiğim çıkmadı arkadaşlar. Şirketten de sevgili yapmak tarzım değil, olmaz.
Dizi izleyemiyorum zaten. Eve 10'da gel, duşa gir, oje sür derken hemen uyku stili sahibi oluyorum hemen. Ne dizisi, tüm diziler benim ama hiçbirini izleyemiyorum. Hafta sonu yatağımın içinde hepsini izlemeye çalışıyorum salatalık turşusu yiyerek. Muhteşem hayatımı gözler önüne serip sizleri kıskandırmak istemezdim ama böyle bir hayat herkese nasip olmaz yani.............
Önceden kendini köpek insanı olarak nitelendiren Liya, kedi insanı olarak bildirdi.
Bi de eyeliner süremeyen Liya da bildirdi.
Bi de son olarak göbekli ve gıdılı ama kendisi zayıf Liya bildirdi.
Hayatımın heyecan kat sayısının eşi bucağı yok, sonsuza uzanıyor namussuz. Bakalım mesaiden bu akşam da saat kaçta çıkıcam hmmmm yapmak suretiyle Ocak ve Şubat aylarında sadece bir kere beş buçukta, bir kere de altıda çıkarak şahane rekorlar kırdım. Sonra kendime küçük sürprizler yapıp nevresim takımları aldım, hafta sonlarma hazırlık yaptım. Mis kokulu uyku setlerimin içine kedi stili kıvrılıp miskinliğimin doruklarına çıktım, şu an hala oradayım. Hatta size bu satırları tam olarak oradan yazıyorum.
Muzo bozuldu, kendisini 2 aydır servise veremedim. Daha doğrusu vermeye üşendim. Kapıdan çıktım aklıma geldi, yukarı çıkmaya erindim, kapıdan çıkmadan hadi bu sefer gidiyoruz Muzo dedim, sonra ulan bunun içinde benim iç gıdıklayıcı derecede seksi fotograflarım vardır ben buna bi ince ayar çekeyim öyle veririm dedim gene veremedim. Şu an kapının orda yerde duruyor. Kucağımda da eski piçim var. O da şu an bana bir sevgili sıcaklığı veriyor. Nasıl ısıtıyor bacaklarımı falan anlatabilemem.
Bu arada hala sevgilimin olmadığının altını çizmek isterim. Zaten sevgilimin olabilmesi için kendisini part time çalıştırmam lazım amk. Böyle bir yaşam olabilir mi? Evimde yemek pişiremiyorum. Yemek pişiremiyorsam sevgililiğin ne anlamı var? Bu arada yüzeysel birkaç denemem olmadı da değil tabi sevgili bağlamında. Ben sevgili işlerini bırakalı ortalık baya her çiçekten bal alma stiliyle yaşayanlarlan dolup taşmış. Benlik değil kimse. Bütün adamların boyu zaten 178 falan maksimum. Benim gibi adama yapılır mı ulan bu? Boyu 185 üzeri, askerliğini yapmış, sigortalı, işi gücü yerinde olan adaylarmı bekliyorum. İşten erken çıkabilsem Esra Erol'a çıkıcam bu stil adam bulabilmek için. Çıkamıyorum da. Gerçi hala yayınlanıyor mu o bilmiyorum ama. Bu arada harbi harbi dışarıdan gördüğüm adamlar ancak yemeksepeti siparişi getiren motor kuryeler. Onlardan da henüz beğendiğim çıkmadı arkadaşlar. Şirketten de sevgili yapmak tarzım değil, olmaz.
Dizi izleyemiyorum zaten. Eve 10'da gel, duşa gir, oje sür derken hemen uyku stili sahibi oluyorum hemen. Ne dizisi, tüm diziler benim ama hiçbirini izleyemiyorum. Hafta sonu yatağımın içinde hepsini izlemeye çalışıyorum salatalık turşusu yiyerek. Muhteşem hayatımı gözler önüne serip sizleri kıskandırmak istemezdim ama böyle bir hayat herkese nasip olmaz yani.............
Önceden kendini köpek insanı olarak nitelendiren Liya, kedi insanı olarak bildirdi.
Bi de eyeliner süremeyen Liya da bildirdi.
Bi de son olarak göbekli ve gıdılı ama kendisi zayıf Liya bildirdi.
Alekası olanlar
iş hayatlı blog,
Leah,
Liya,
mutlu blog,
mutsuz blog
23.12.13
Sümüklü Leah geldi hanım
Yazmayalı ay geçmiş, mevsim geçmiş yıl geçmiş yavru kartallarım. Galatasaraylıyım ama neden böyle dedim bilmiyorum. Bu aralar sevgi sözcüklerinde çığır açtım, yeri göğü inlettim. Neyse, yazmayalı uzun zaman oldu. Ama yazacak bir şey gerçekten yoktu. Hala yok. Şu an iş olsun diye yazıyorum diyebiliriz. Yani ne yazıcam allah aşkına. İt gibi çalışıyorum, eve geldiğimde 10 oluyor. Duş alıyorum, oje sürüyorum, yatıyorum. Sabah yastık izli ojelerime merhaba diyorum. Polar sabahlığımın tadını çıkaramadan jet hızıyla giyiniyorum ve akşam oluyor.
Günler birbirini deli gibi kovalıyor. Yakında torunlarımı görürüm diye korkuyorum çünkü zaman su gibi akıp geçiyor. Bir bakıyorum pazar sendromundayım pazartesi olucak diye, bir bakıyorum cuma günündeyim thanks god its friday şeklinde akşamı bekliyorum. Cuma akşamlarımız mütemadiyen Taksim'de geçiyor. Ben Taksim'den nefret ederken Taksim'in yolunu her türlü yürütüyor arkadaşlarım bana. Hayat onlarla aşırı güzel olduğu için sesimi çıkarmıyorum.
Bir şey diyim mi delicesine çalışıyorken arkadaşlarımın olmamasını ciddi anlamda düşünemiyorum. Hadi bak sevgilimin olmamasını deliler gibi kanıksadım artık. Saat 9:00'da 10:00'da gelmişim evime, kendimle baş başa kalayım şu gudubet iç sesimi dinleyeyim diye kuduruyorum bi de adamı mı çekicem? Tamam bak çekerim ama bir çekerim, iki çekerim üçüncüsünde bi cinnet her şeyi çözer kafasıyla adama Bakırköy'ün yollarını tuttururum. Şu kariyer yollarında ilk seneler hep böyle acılı mıdır bilmiyorum ama dişimi accayip sıkıyorum. Hani sonunda iyi bir şeyler göremezsem yakıcam şirketimin dünya üzerindeki tüm genel müdürlüklerini. Ama arkadaşlar iyi ya, arkadaşlar tatlı.
Bakın size ne anlatıcam bi de. Geçen gün yine Taksim'deyiz. Asker arkadaşım gelmiş tee uzaklardan. Çocuk böyle bildiğin hayatı boyunca asker stili takılıcak olan kişilerden. Gelmiş işte çocuk yedirdik, içirdik, o mekan senin, bu mekan benim gezdirdik. Neyse o mekanların ilkindeyken ben bi tweet attım "Yine dönüp dolaşıp geldiğin yer Taksim işte" diye. Sonra ağzını yüzünü yidiğimin Miası ben de taksimdeyim dedi. Nerdesin dedim, Nevizade'de dedi. Dedim ben de ordayım. Hangi mekandasın muhabbeti çevirdik ve tesadüfen yan yana mekanlarda çıktık. Görüşmeyi ayarlamamız 4 tweetimizi, 5 dakikamızı aldı. Bi baktım barın orda Mia var. Boynuma sarılıverdi hemen. Ben elimde sümüklü mendilimlen suratımda memenet yokken yani aşırı hazırlıksızken yakalanıverdim hatuna. Dedim çok hastayım ben. Dedi ben de hastayım. Ama görmeniz lazım kızın suratı porselen gibi. Benim gözlerim bi ton şiş, kızın gözlerinde smokey göz makyajı falan var. Ben de hastayken böyle görüneyim dedim. Ben hastayken Kibariye'nin annesi stili takılıyorum. Zaten hayatımdaki makyaj ruj terk olduğu için hiçbir numaram yok.Yanarım yanarım paçozluğuma yanarım. Bu arada Mia beni şikayet edicek size. Ben şimdiden söyliyim 38 bedenim. Göbekliyim ve gıdılıyım. Onun dışında 10 üzerinden 8'im. Nihahahaha!
Arayı haddinden fazla açıp kar botu alacağına güneş gözlüğü alan gerizekalı Leah bildirdi.
Hepinizi seviyore.
Günler birbirini deli gibi kovalıyor. Yakında torunlarımı görürüm diye korkuyorum çünkü zaman su gibi akıp geçiyor. Bir bakıyorum pazar sendromundayım pazartesi olucak diye, bir bakıyorum cuma günündeyim thanks god its friday şeklinde akşamı bekliyorum. Cuma akşamlarımız mütemadiyen Taksim'de geçiyor. Ben Taksim'den nefret ederken Taksim'in yolunu her türlü yürütüyor arkadaşlarım bana. Hayat onlarla aşırı güzel olduğu için sesimi çıkarmıyorum.
Bir şey diyim mi delicesine çalışıyorken arkadaşlarımın olmamasını ciddi anlamda düşünemiyorum. Hadi bak sevgilimin olmamasını deliler gibi kanıksadım artık. Saat 9:00'da 10:00'da gelmişim evime, kendimle baş başa kalayım şu gudubet iç sesimi dinleyeyim diye kuduruyorum bi de adamı mı çekicem? Tamam bak çekerim ama bir çekerim, iki çekerim üçüncüsünde bi cinnet her şeyi çözer kafasıyla adama Bakırköy'ün yollarını tuttururum. Şu kariyer yollarında ilk seneler hep böyle acılı mıdır bilmiyorum ama dişimi accayip sıkıyorum. Hani sonunda iyi bir şeyler göremezsem yakıcam şirketimin dünya üzerindeki tüm genel müdürlüklerini. Ama arkadaşlar iyi ya, arkadaşlar tatlı.
Bakın size ne anlatıcam bi de. Geçen gün yine Taksim'deyiz. Asker arkadaşım gelmiş tee uzaklardan. Çocuk böyle bildiğin hayatı boyunca asker stili takılıcak olan kişilerden. Gelmiş işte çocuk yedirdik, içirdik, o mekan senin, bu mekan benim gezdirdik. Neyse o mekanların ilkindeyken ben bi tweet attım "Yine dönüp dolaşıp geldiğin yer Taksim işte" diye. Sonra ağzını yüzünü yidiğimin Miası ben de taksimdeyim dedi. Nerdesin dedim, Nevizade'de dedi. Dedim ben de ordayım. Hangi mekandasın muhabbeti çevirdik ve tesadüfen yan yana mekanlarda çıktık. Görüşmeyi ayarlamamız 4 tweetimizi, 5 dakikamızı aldı. Bi baktım barın orda Mia var. Boynuma sarılıverdi hemen. Ben elimde sümüklü mendilimlen suratımda memenet yokken yani aşırı hazırlıksızken yakalanıverdim hatuna. Dedim çok hastayım ben. Dedi ben de hastayım. Ama görmeniz lazım kızın suratı porselen gibi. Benim gözlerim bi ton şiş, kızın gözlerinde smokey göz makyajı falan var. Ben de hastayken böyle görüneyim dedim. Ben hastayken Kibariye'nin annesi stili takılıyorum. Zaten hayatımdaki makyaj ruj terk olduğu için hiçbir numaram yok.Yanarım yanarım paçozluğuma yanarım. Bu arada Mia beni şikayet edicek size. Ben şimdiden söyliyim 38 bedenim. Göbekliyim ve gıdılıyım. Onun dışında 10 üzerinden 8'im. Nihahahaha!
Arayı haddinden fazla açıp kar botu alacağına güneş gözlüğü alan gerizekalı Leah bildirdi.
Hepinizi seviyore.
Alekası olanlar
hasta,
hastalıklı blog,
nevizade,
nevizade geceleri,
sümüklü leah,
taksim
30.10.13
Beyaz yakalılar gece alemlerine akarsa
Sevgili güz gülleri, bahar tomurcukları. Nasılsınız? Ben yetişkin bir Liya olarak çok iyiyim. Kronik gribimin dışında ve her daim şiş bademciklerim dışında hiçbir rahatsızlığım yok çok şükür. İş yerinde 3. ayımı doldurdum, artık eskisi kadar hayvani yoğunlukta da çalışmıyorum. İnsani vakitlerde islami usullerle çıkıyorum işten. Yine o günlerden birinde ve günlerden cuma olan bir günde iş yerindeki arkadaşlarımla dışarı çıktım, Taksim'e gittim.
Kadromuzla 3-5-2 olarak oyuna çıktık demek isterdim ama 5 kişiydik. 3 kız 2 erkek. Üzerimizde kalem etekler, kumaş pantolonlar, gömlekler, takım elbiseler falan. Tanrı free fridayi olmayan şirketimizi asla affetmiycek zaten. Neyse. Ben 15 cm topukluyla Taksim'e gitmek gibi bir delilik yapmadım, efendi gibi giydim babetlerimi, göklerden yerlere indim. Basınç farkı oluyomuş yemin ederim. İlk önce bir mekanda birtakım shotları yuvarladıktan sonra bir djcağzımızın canlı ve heyecanlı çaldığı bir mekana birtakım paralar bayılmak suretiyle girdik.
Ben kendimi nasıl kötü hissediyorum ama. Bildiğin üzerimde kalem etek, şifon bluz ikilisi var, saçlarım at kuyruğu falan. Kepaze bildiğin. Ama allahtan karanlık ve göt göte yersiz bir ortam var. Herkes bir relax, bir konuşma çabası içinde. Biz birdenbire kızlar ve erkekler olarak ayrılmışız haberimiz bile olmadan. Ama kızlar ben gibi öküz değil. Ben domuz gibi duruyorum böyle. Yağız delikanlının biri götüm götüm geliyor naber nasılsın falan yapıyor. Bizim kızlar söylüyor. Ben hala domuz gibi "İKcıyım" falan diyorum. Ama lanet olsun ki en çok laf yaptıran meslek benimki olduğu için "İKlardan nefret ediyorum" söylemleri duyuyorum, benim üstüme oynuyorlar sık sık. Bir de domuz olup tüm söylenenlere terso yaptığımı düşünün. Ama işte kaçan kovalanır mantığı Taksim gecelerinde oldukça rastladığımız bir hadise olduğundan pek düşünceli erkek kısımları bize içki ısmarladı durdu o gece. İçtik biz de napalım. Sonra bi daha da görmedik onları.
Bir ara görüş alanımıza böyle ekstrem çıtırlıkta ve türk olamıcak kadar denişik kemik yapısına sahip bi takım sarışınvari kızlarımız girdiler. Böyle bizle dans falan etmeye başladılar. Tabi onlar gelince arkalarından yurdum gençlerini de çevremize taşıdılar. Kızlara artık sorma ihtiyacı duydum yani bu tipleri tanıyonuz mu diye ama önce kızlarla hangi dili konuşcağımızı şaapmak için söze "Where are you from?" gibi basic bir İngilizce cümleyle girdim. Kız Turkey diyince kıza "Hadi caaaaaanım" yaptım. Türklermiş ve utanmadan 1996 yılında doğmuşlar. 1996 yılında doğan insanlar benim gözümde hala playdoh oyun hamuruyla oynuyor lan kardeşimden bile küçük çünkü. Neyse kendimi "Annenizin babanızın haberi var mı burda olduğunuzdan" sorusunu sormamak için ekstrem derecede zor tuttum. Hatta arkadaşlarımdan biri "Biri canınızı sıkarsa bize söyleyin teyzeniz sayılırız biz sizin" falan yaptı. İnsanlar 96 doğumlu olup clupta falan takılıyorlar inanabilemiyorum allam dünya olarak nereye gidiyoruz
Sonra olayın biraz daha felsefi boyutunu düşünmeye başladı tabi kahramanınız. Buı nasıl hayat, burdan insanlar birbirleriyle nası çıkıyolar, hadi one night standi anlıyorum ama burdan bir ilişki gerçekten doğamaz, ama aslında bu insanlar böyle bi ortam yerine dışarda bi yerde tanışsalar belki bi ilişki doğabilir ama yine de allahın işine karışılmaz ya da aşk insanın başına her yerde gelebilir, gayler neden bu kadar yakışıklı allah onları kahretmesin gibi düşünceler içine girdi.
Sonra zaten aşırı yoruldum. Dedim bizimkilere gidelim de gidelim gidelim de gidelim. Ama sevmiyorum böyle hoppidi hoppidi ama eğlendim gene de. Sıkıysa eğlenme yani işten 6da çıktığımızı düşün, gece 4tü eve girdiğimde. Eğlenmeyip naapcam lan. Bazı insanların yaşam tarzı bu, bi kerecik ben de çıktım ben de eğlendim bekar bekar. Güzeldi güzeldi. Yalnız bunu her hafta yapan insanlar ayın sonunu nasıl getiriyorlar bilemiyorum. Bu arada ayın sonunu ben de getiremedim.Kurbandı, babaya laptoptu, arkadaşa küçük altındı falan derken allahın cezası Ekim bir türlü bitemedi. Bak hala bitmiyor utanmaz arlanmaz. Kasım'ı büyük bir hasretle bekliyorum, belki içinden güzel bir şeyler çıkar bana diye.
Taksim gecelerine kalem eteğiyle ve domuz kimliğiyle damga vuran Liya bildirdi,
Hepinize öpücükler,
Kadromuzla 3-5-2 olarak oyuna çıktık demek isterdim ama 5 kişiydik. 3 kız 2 erkek. Üzerimizde kalem etekler, kumaş pantolonlar, gömlekler, takım elbiseler falan. Tanrı free fridayi olmayan şirketimizi asla affetmiycek zaten. Neyse. Ben 15 cm topukluyla Taksim'e gitmek gibi bir delilik yapmadım, efendi gibi giydim babetlerimi, göklerden yerlere indim. Basınç farkı oluyomuş yemin ederim. İlk önce bir mekanda birtakım shotları yuvarladıktan sonra bir djcağzımızın canlı ve heyecanlı çaldığı bir mekana birtakım paralar bayılmak suretiyle girdik.
Ben kendimi nasıl kötü hissediyorum ama. Bildiğin üzerimde kalem etek, şifon bluz ikilisi var, saçlarım at kuyruğu falan. Kepaze bildiğin. Ama allahtan karanlık ve göt göte yersiz bir ortam var. Herkes bir relax, bir konuşma çabası içinde. Biz birdenbire kızlar ve erkekler olarak ayrılmışız haberimiz bile olmadan. Ama kızlar ben gibi öküz değil. Ben domuz gibi duruyorum böyle. Yağız delikanlının biri götüm götüm geliyor naber nasılsın falan yapıyor. Bizim kızlar söylüyor. Ben hala domuz gibi "İKcıyım" falan diyorum. Ama lanet olsun ki en çok laf yaptıran meslek benimki olduğu için "İKlardan nefret ediyorum" söylemleri duyuyorum, benim üstüme oynuyorlar sık sık. Bir de domuz olup tüm söylenenlere terso yaptığımı düşünün. Ama işte kaçan kovalanır mantığı Taksim gecelerinde oldukça rastladığımız bir hadise olduğundan pek düşünceli erkek kısımları bize içki ısmarladı durdu o gece. İçtik biz de napalım. Sonra bi daha da görmedik onları.
Bir ara görüş alanımıza böyle ekstrem çıtırlıkta ve türk olamıcak kadar denişik kemik yapısına sahip bi takım sarışınvari kızlarımız girdiler. Böyle bizle dans falan etmeye başladılar. Tabi onlar gelince arkalarından yurdum gençlerini de çevremize taşıdılar. Kızlara artık sorma ihtiyacı duydum yani bu tipleri tanıyonuz mu diye ama önce kızlarla hangi dili konuşcağımızı şaapmak için söze "Where are you from?" gibi basic bir İngilizce cümleyle girdim. Kız Turkey diyince kıza "Hadi caaaaaanım" yaptım. Türklermiş ve utanmadan 1996 yılında doğmuşlar. 1996 yılında doğan insanlar benim gözümde hala playdoh oyun hamuruyla oynuyor lan kardeşimden bile küçük çünkü. Neyse kendimi "Annenizin babanızın haberi var mı burda olduğunuzdan" sorusunu sormamak için ekstrem derecede zor tuttum. Hatta arkadaşlarımdan biri "Biri canınızı sıkarsa bize söyleyin teyzeniz sayılırız biz sizin" falan yaptı. İnsanlar 96 doğumlu olup clupta falan takılıyorlar inanabilemiyorum allam dünya olarak nereye gidiyoruz
Sonra olayın biraz daha felsefi boyutunu düşünmeye başladı tabi kahramanınız. Buı nasıl hayat, burdan insanlar birbirleriyle nası çıkıyolar, hadi one night standi anlıyorum ama burdan bir ilişki gerçekten doğamaz, ama aslında bu insanlar böyle bi ortam yerine dışarda bi yerde tanışsalar belki bi ilişki doğabilir ama yine de allahın işine karışılmaz ya da aşk insanın başına her yerde gelebilir, gayler neden bu kadar yakışıklı allah onları kahretmesin gibi düşünceler içine girdi.
Sonra zaten aşırı yoruldum. Dedim bizimkilere gidelim de gidelim gidelim de gidelim. Ama sevmiyorum böyle hoppidi hoppidi ama eğlendim gene de. Sıkıysa eğlenme yani işten 6da çıktığımızı düşün, gece 4tü eve girdiğimde. Eğlenmeyip naapcam lan. Bazı insanların yaşam tarzı bu, bi kerecik ben de çıktım ben de eğlendim bekar bekar. Güzeldi güzeldi. Yalnız bunu her hafta yapan insanlar ayın sonunu nasıl getiriyorlar bilemiyorum. Bu arada ayın sonunu ben de getiremedim.Kurbandı, babaya laptoptu, arkadaşa küçük altındı falan derken allahın cezası Ekim bir türlü bitemedi. Bak hala bitmiyor utanmaz arlanmaz. Kasım'ı büyük bir hasretle bekliyorum, belki içinden güzel bir şeyler çıkar bana diye.
Taksim gecelerine kalem eteğiyle ve domuz kimliğiyle damga vuran Liya bildirdi,
Hepinize öpücükler,
Alekası olanlar
club,
cuma gecesi,
dj,
içki,
kopkop blog,
taksim,
yorgun blog
6.10.13
Bu mevsimde eğleniyor muyuz gençler?
Sevgili trenchcoat sahibi tatlışlar, acınızı paylaşıyor Mikail'e teesüflerimi iletiyorum. Sonbahar denen mevsim çok yaramazlık yapmış, kazana düşmüş, sen oynama demişler ona. Kış denen mevsim en birinci ben olcam demiş, o gelmiş şimdi. Yani utanmadan gelmiş. Hiç sormamış yeni sezon nasıl, yeterli mi, bu kadınlar mutlu olur mu, güzel güzel giyinirler mi diye. Utanmaz arlanmaz ya. Külotlu çoraplarımdan minare kurdum evde, tepesine çıkıcam boğucam kışı. Hiç sevmiyorum ya. Üf.
Yeni sezonda hiçbir şey bulamadım zaten. O lanet olasıca şifonları yaz,kış demeden kaktırıyorlar. Ulan üşüyoruz lan üşüyoruz. Hadi ofiste bi şekilde yazlık moda geçiyoruz her türlü de, dışarıda sıçtın mavisi tarzı renkler görüyoruz. Hayır hadi şifon yaptın her şeyi, bari güzel yap lan. O ne öyle annemin toz bezleri gibi yamık yumuk. Zaten mont alıcam, bulamadım bi tane adam gibisini. Bulduklarım asgari ücret formuna girmişler yazık günah demeden kendilerini sattırmaya uğraşıyorlar. İçinden pofuduk pofuduk tüy dökülüyor lanet olasıcaların. Gidicem alıcam adidas'ın montunu en son o olucak. Hiç hanım hanım olamıyorum bunlar yüzünden. Oysa ki Liya Hanım demeye başlamışlardı bana. İşte bunlar hep kışın işi. Pis kış.
Blogumun sağ tarafları, aşağı taraflarına inerseniz kim kimdirde eklenmiş bir kelime göreceksiniz. Geçen sefer ayrıldığımızda niye yapmadın diyordunuz. O zaman içimden atamamışım, elim gitmemiş meğerse. Şimdi attım nasıl domuz gibiyim nasıl böyle. Boğalığım tuttu, sildim mi tam silerim kafası yaşıyorum. Anılarımız bile aklıma gelmiyor. Yok gibi sanki. Artık nasıl tahammül sınırlarımın sonuna gelmişsem.
Yalnız şu şekil bir ilişkiden (bkz: 5 sene) çıkmış bir bünye (bkz: 24 yaşında) evde kalıcakmış gibi hissediyor. Evde kalmayı geçtim de hayatında kimse olmayacakmış gibi hissediyor. Bu his çok lanet bir his yalnız. Hani okullarda vardır ya bekar kadın hocalar 50 yaşında falan. Kendimi öyle olucakmış gibi hissediyorum. Sürekli gergin, ne yapsa "bu kadın bekar ya evlense de kurtulsak artık" diyorlar ay imdat düşüncesi bile kötü. Un kurabiyesi gibi tatlış bir insanım, sonum bu olmamalı.
Yöneticim geçen gün tüm ekibin karakteristik özelliklerini söyledi ayak üstü. Disc diye bi envanter var (kariyer.nette görmüşsünüzdür belki). Dört rengi var bu envanterin sarı, kırmızı, yeşil, mavi diye. Envanteri yapmadık ama yöneticimiz bir king olduğu için bizim renklerimizi analiz etti. Benim rengim sarıymış. Gittiğim her yerde kendimi belli edermişim, parlarmışım, insanlarla iletişimim çok iyiymiş, dışa dönükmüşüm falan. Şurda detayları yazıyor hepsinin. Kurcuklayabilirsiniz. Envanteri de alabilirsiniz galibam.Çalışmaya başladığımdan beri insanlarla olan iletişimime ben bile şaşırıyorum aslında. Doğru işi yapıyorum bundan eminim. Bir de normal insanlar gibi vaktinde girip vaktinde çıksak işe evimin kadını çocuklarımın anası olacak kıvama gelicem eminim ki. Artık hayırlısı ya. Evde mi kalıcam yoksam bir sevgilim olucek mi hep beraber görüciğiz. Yalnız ben buraya hiç flört macerası falan yazmadım, yazamadım ha o sıralar single bir lady olmadığım için. Nasıl ilginç olur hahahah. Gerçekten bu taraklarda bezim olduğunda en son lisedeydim. Elime yüzüme bulaştırıcam her şeyi acemiliğimle gibi hissediyorum.
Bu arada memlekete gidiyorum bayramda. Yurt ve dünya bekar oluşumu duymuştur artık. Teyzeler daha bir alıcı gözüyle inceler. Allahtan öğretmen değilim, 1-0 yenik başlıyorum. Bir de sert bakışlarımı takındım mı tamamdır bu bayramı da sağ salim atlatırız evel allah.
Not: İstanbullular kombileri açtınız mı bu arada? Yorgan içinde heder olmaktayım da.
Trenchcoatunu 2 gün giyen ve dolaba geri kaldıran Liya bildirdi,
Öpücükler,
Yeni sezonda hiçbir şey bulamadım zaten. O lanet olasıca şifonları yaz,kış demeden kaktırıyorlar. Ulan üşüyoruz lan üşüyoruz. Hadi ofiste bi şekilde yazlık moda geçiyoruz her türlü de, dışarıda sıçtın mavisi tarzı renkler görüyoruz. Hayır hadi şifon yaptın her şeyi, bari güzel yap lan. O ne öyle annemin toz bezleri gibi yamık yumuk. Zaten mont alıcam, bulamadım bi tane adam gibisini. Bulduklarım asgari ücret formuna girmişler yazık günah demeden kendilerini sattırmaya uğraşıyorlar. İçinden pofuduk pofuduk tüy dökülüyor lanet olasıcaların. Gidicem alıcam adidas'ın montunu en son o olucak. Hiç hanım hanım olamıyorum bunlar yüzünden. Oysa ki Liya Hanım demeye başlamışlardı bana. İşte bunlar hep kışın işi. Pis kış.
Blogumun sağ tarafları, aşağı taraflarına inerseniz kim kimdirde eklenmiş bir kelime göreceksiniz. Geçen sefer ayrıldığımızda niye yapmadın diyordunuz. O zaman içimden atamamışım, elim gitmemiş meğerse. Şimdi attım nasıl domuz gibiyim nasıl böyle. Boğalığım tuttu, sildim mi tam silerim kafası yaşıyorum. Anılarımız bile aklıma gelmiyor. Yok gibi sanki. Artık nasıl tahammül sınırlarımın sonuna gelmişsem.
Yalnız şu şekil bir ilişkiden (bkz: 5 sene) çıkmış bir bünye (bkz: 24 yaşında) evde kalıcakmış gibi hissediyor. Evde kalmayı geçtim de hayatında kimse olmayacakmış gibi hissediyor. Bu his çok lanet bir his yalnız. Hani okullarda vardır ya bekar kadın hocalar 50 yaşında falan. Kendimi öyle olucakmış gibi hissediyorum. Sürekli gergin, ne yapsa "bu kadın bekar ya evlense de kurtulsak artık" diyorlar ay imdat düşüncesi bile kötü. Un kurabiyesi gibi tatlış bir insanım, sonum bu olmamalı.
Yöneticim geçen gün tüm ekibin karakteristik özelliklerini söyledi ayak üstü. Disc diye bi envanter var (kariyer.nette görmüşsünüzdür belki). Dört rengi var bu envanterin sarı, kırmızı, yeşil, mavi diye. Envanteri yapmadık ama yöneticimiz bir king olduğu için bizim renklerimizi analiz etti. Benim rengim sarıymış. Gittiğim her yerde kendimi belli edermişim, parlarmışım, insanlarla iletişimim çok iyiymiş, dışa dönükmüşüm falan. Şurda detayları yazıyor hepsinin. Kurcuklayabilirsiniz. Envanteri de alabilirsiniz galibam.Çalışmaya başladığımdan beri insanlarla olan iletişimime ben bile şaşırıyorum aslında. Doğru işi yapıyorum bundan eminim. Bir de normal insanlar gibi vaktinde girip vaktinde çıksak işe evimin kadını çocuklarımın anası olacak kıvama gelicem eminim ki. Artık hayırlısı ya. Evde mi kalıcam yoksam bir sevgilim olucek mi hep beraber görüciğiz. Yalnız ben buraya hiç flört macerası falan yazmadım, yazamadım ha o sıralar single bir lady olmadığım için. Nasıl ilginç olur hahahah. Gerçekten bu taraklarda bezim olduğunda en son lisedeydim. Elime yüzüme bulaştırıcam her şeyi acemiliğimle gibi hissediyorum.
Bu arada memlekete gidiyorum bayramda. Yurt ve dünya bekar oluşumu duymuştur artık. Teyzeler daha bir alıcı gözüyle inceler. Allahtan öğretmen değilim, 1-0 yenik başlıyorum. Bir de sert bakışlarımı takındım mı tamamdır bu bayramı da sağ salim atlatırız evel allah.
Not: İstanbullular kombileri açtınız mı bu arada? Yorgan içinde heder olmaktayım da.
Trenchcoatunu 2 gün giyen ve dolaba geri kaldıran Liya bildirdi,
Öpücükler,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)